ufuktepebas1. Çin Halk Cumhuriyeti'nin Büyük Stratejisi ve Afrika

Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’ndeki statüsünün yanı sıra son dönemdeki muazzam büyüme oranları ve yatırımları ile dikkat çeken Çin’in Afrika kıtasındaki etkisini de gün geçtikçe arttırdığı bilinmektedir. Çin’in BM Güvenlik Konseyi’ndeki daimi üyeliği, Afrika ile ilişkilerinde söz konusu ülkeye önemli fırsatlar sunmaktadır. Günümüzde BM Güvenlik Konseyi’nin gündemindeki mevcut sorunların %60’dan fazlasının Afrika ile ilgili olması ve BM Barış Gücü’nün %75’den fazlasının bu kıtada konuşlanmış bulunması dikkat çekmektedir.

Çin Hükümeti, siyasi ve ekonomik hedeflerin yanı sıra uluslararası ilişkilerdeki etkinliğini arttırma çabaları doğrultusunda Çin kültürünü ve felsefesini kıtada yaygınlaştırmaktadır. Bu kapsamda Afrikalı öğrencilerin Çince öğrenmeleri teşvik edilmekte, kültürel çalışmalar finanse edilmekte; Konfüçyüs tedrisatını model alan okullar yaygınlaştırılmakta, Afrikalı öğrencilere yönelik burs olanakları arttırılmaktadır. Ayrıca Çinli öğrencilerin de kıtanın çeşitli ülkelerine gönderilmek suretiyle Afrika dili ve kültürü konusunda bilgilenmeleri sağlanmaktadır.

 

TASAM Afrika Koordinatörü Ufuk Tepebaş'ın makalesinin tamamını okumak için lütfen tıklayın.

İKT üyesi ülkelerin düşünce kuruluşları iki gün boyunca, Soğuk Savaş sonrasındaki dönemin etkin kavramı “Kamu Diplomasisi”ni İstanbul’da masaya yatıracak.

İKT (İslam Konferansı Teşkilatı) Üyesi Ülkeler Düşünce Kuruluşları Forumu’nun ikincisi 30-31 Mart 2011 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilecek. “Kamu Diplomasisi” alt başlığını taşıyan Forum’a İKT üyesi yaklaşık 50 ülkeden düşünce kuruluşlarının başkanları, uzman ve akademisyenler, diplomatlar, üst düzey devlet adamları ile basın mensupları katılacaklar.

Açılış konuşmalarını TASAM Başkanı Süleyman Şensoy, T.C. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörü Doç. Dr. İbrahim Kalın, İKT Genel Sekreteri Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, Gambia Dışişleri Bakanı Momodou Tangara, Kırgızistan Olağanüstü Durumlar Bakanı Chotonov  Duishonkul, KKTC Dışişleri Bakanı Hüseyin Özgürgün, Bangladeş Devlet Bakanı H. T. Imam’ın yapacağı Forum Barcelo Eresin Topkapı Otel’de icra edilecek.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM’a bağlı İslam Ülkeleri Enstitüsü tarafından organize edilen Forum’da temalar “Teorik - Kavramsal Çerçeve ve Kamu Diplomasisinin Aktörleri”, “Güvenlik ve Kamu Diplomasisi”, “Eğitim, Kültürel Etkinlikler ve Kamu Diplomasisi”, “Dış Politika ve Kamu Diplomasisi”, “Ekonomik ve Kültürel Faaliyetler ve Kamu Diplomasisi” ve “İslam Ülkelerinde Sivil Toplum Hareketleri, Demokrasi ve Kriz Yönetimi” olarak belirlenmiş.

 

BAŞKAN ŞENSOY; İSLAM DÜNYASI KAMU DİPLOMASİSİ KAPASİTE İNŞASINDAN HABERSİZ

Yaptığı açıklamada küreselleşmenin ekonomik, siyasal ve kültürel sonuçlarının yeni uluslararası sistemi doğrudan etkilediğine, Soğuk Savaş Döneminde ve sonrasında tek kutuplu dünya düzeninde kullanılan pek çok araç ve tekniğin, bu yeni uluslararası sistemde çalışmayıp etkisiz kaldığına değinen TASAM Başkanı Süleyman Şensoy “beliren çok kutuplu “Yeni Dünya Düzeni”; iletişim, bilişim, düşünce, strateji ve teknoloji üzerine oturmaktadır” dedi.

Başkan Şensoy çok kutuplu yeni uluslararası sistemde ülkelerin etkinlik ve refahlarını artırmak, iç-dış politikalarında hedeflerine ulaşmak, ülke olarak belirledikleri stratejik vizyonu uygulayabilmek için “kamu diplomasisi”nin çok önemli bir yöntem olarak öne çıkmakta olduğunu söyledi.

“SERT GÜÇ” YERİNİ “YUMUŞAK GÜÇ” KAVRAMININ CAZİBESİNE BIRAKIYOR

Başkan Şensoy sözlerini şöyle sürdürdü: “Soğuk Savaş Dönemi ve tek kutuplu dünya düzeninde ülkelerin çoğunlukla kullandığı “sert güç” kavramı, yeni uluslararası sistemde yerini “yumuşak güç” kavramının cazibesine bırakmaktadır. Yumuşak gücünü etkili bir şekilde kullanmayı başarabilen ülkeler, sert güç kullanarak elde ettiklerinden çok daha fazlasını kazanabilmekte; aynı zamanda uzun vadeli iş birliklerini de sürekli kılabilmektedir. TASAM olarak planladığımız 2. İKT Üyesi Ülkeler Düşünce Kuruluşları Forumu: Kamu Diplomasisi”; çok kutuplu yeni uluslararası sistemde İKT ülkelerinin sahip olduğu imkân ve potansiyelden en üst seviyede yararlanabilmelerine, karşı kamu diplomasisi kapasite inşa etmelerine ve  yumuşak gücü etkili bir şekilde kullanabilmelerine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır”.

OTURUM BAŞKANLARI BANGLADEŞ, MISIR, KKTC, TUNUS VE BOSNA HERSEK’TEN

Forum’da oturum başkanlıklarını Bangladeş Girşim Enstitüsü’nden Büyükelçi Humayun Kabir, Mısır’daki Arab Birliği Genel Sekreterliği Ofisi’nden Büyükelçi Hicham Youssef, Mısır Dışişleri Konseyi’nden Büyükelçi Sayed Almasry, KKTC Eski Meclis Başkanı ve Başbakanı Hakkı Atun, Tunus’taki Uluslararası Araştırmalar Grubu’ndan Büyükelçi (E) Kerkeni Ezzedine ve Bosna Hersek Dışişleri Bakanlığı’ndan Özel Yetkili Büyükelçi Nusret Cancar yapacak.

 

Forum’un ikinci günü sonunda saat 17:45-19:00 saatleri arasında Forum ile İlgili Genel Değerlendirme ve Basın Toplantısı gerçekleştirilecek.

 

Detaylı bilgi ve program için şu linki kullanabilirsiniz;

https://www.tasam.org/tr/etkinlik/7/2-ikt-uyesi-ulkeler-dusunce-kuruluslari-forumu.html#home

Basın mensubu katılımı için lütfen irtibata geçiniz:

0 212 635 61 51

ufuktepebasGüney Sudan’daki referandum ile başlayan, ardından Cezayir, Tunus ve son olarak Mısır’daki şiddet olayları ile dünya gündeminin ön sıralarında bulunan ve önemli bir mücadele alanı olarak tanımlanan Afrika kıtasındaki gelişmeler dikkat çekmektedir.

Mısır’da devam etmekte olan ve Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’i hedef alan protestolar, uzun yıllar Batı dünyasının yakın stratejik ortaklarından birisi olarak bilinen Mübarek’in uluslararası kamuoyundaki imajının ciddi ölçüde zayıfladığını göstermektedir. Ülkedeki Mübarek taraftarları ile karşıtları arasında yaşanan olayları ise Mısır’ın bölgedeki ve uluslararası alandaki saygın konumu açısından olumsuz ve üzüntü verici gelişmeler şeklinde nitelendirmek mümkündür. Öte yandan, Hüsnü Mübarek’e karşı uluslararası bir görüş birliğinin varlığı açıkça belli hissedilmektedir.

Özellikle İsrail ile sahip olduğu yakın ilişkilerden ötürü Ortadoğu’daki dengeleri ciddi bir biçimde etkileyen ve ABD’nin yakın müttefiklerinden birisi olarak tanımladığı Mısır’da son iki haftadır yaşanan gerilim, dünya kamuoyunda ciddi bir yankı bulmaktadır.

Muhalefet tarafından Mübarek’e geçtiğimiz Cuma gününe kadar görevi bırakmasına ilişkin verilen süre dolarken, daha önce rejim değişikliği ile Mübarek görevini bırakana dek müzakerelere yanaşmayacakları taahhüdünde bulunan Muhalif Gruplar Komitesi’nin hafta sonunda masaya oturdukları görülmüştür.

Mübarek’in görevinden ayrılması durumunda ülkede kargaşa yaşanacağını belirterek gelecek seçimlere kadar görevinin başında olacağı konusunda ısrarcı bir tutum sergilemesi; müzakerelerde basına daha fazla özgürlük tanınması, gözaltındaki muhaliflerin serbest bırakılması ve anayasada köklü değişiklikler yapılmasına ilişkin konuların masaya yatırılması, diyalog sürecinin başlangıcı açısından önem teşkil etmektedir.

Öte yandan Mısır’daki değişim sürecinin süratle gerçekleşmesi gerektiğini ifade eden ABD Başkanı Barack Obama’nın Kahire’ye gönderdiği özel temsilcisi Frank Wisner’in Mübarek ile yaptığı görüşmenin ardından geçiş sürecinde Mübarek’in bir süre daha görevinin başında kalması gerektiği yönünde yapmış olduğu açıklama kafalarda soru işareti bırakırken, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından Wisner’in sözlerinin kendi şahsi görüşü olduğu ve dış politikalarını yansıtmadığına ilişkin bir açıklama gelmiştir. Ayrıca yakın zamanda ABD tarafından yapılan açıklamada Mısır’ın gerekli reformları süratle gerçekleştirmesi gerektiği ifade edilmiştir.

Mısır’daki gelişmelerin son dönemde istikrarsız görünen Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilere yansımalarının da olumsuz yönde olduğunu ifade etmek mümkündür. Özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin ve İngiltere Başbakanı David Cameron’un açıklamalarında Mısır’daki değişimin süratli, güvenilir ve ihtiyaçları eksiksiz olarak karşılamaya yönelik olması yönündeki çağrıları, Mübarek’e yapılan açık bir uyarı şeklinde yorumlanmıştır.

Yakın geçmişe dönüldüğünde AB’nin özellikle Afrika kıtası ile ilişkilerinde en fazla öne çıkan devletlerden birisi olan Mısır’ın 2000 yılındaki ilk Zirve’ye ev sahipliği yaptığı bilinmektedir. Ayrıca Lizbon Zirvesi’nin hemen öncesinde 4 - 5 Aralık 2007 tarihlerindeki Afrika – AB Bakanlar Toplantısı da Sharm Al Sheikh’de gerçekleştirilmiştir. Lizbon Zirvesi’nin sonunda yayınlanan bildiride de Mısır’ın ve Devlet Başkanı Mübarek’in ikili ilişkiler konusunda son derece aktif ve yapıcı bir rol oynadığına özel bir vurgu yapılmıştı.

Kahire Zirvesi, AB ile Afrika arasında daha kapsamlı bir siyasi diyaloğun tesisi açısından önemli bir girişim olurken, söz konusu Zirve’nin ardından her iki tarafın Yönetici Memurları ve Bakanları düzenli toplantılar vesilesiyle bir araya gelmeye başlamışladır. Ancak geçtiğimiz yılın Şubat ayında Mısır’da gerçekleştirilmesi planlanan Fransa – Afrika Zirvesi, Mübarek’in Sudan lideri Ömer el Beşir’i Zirve’ye davet etmesine yönelik ısrarcı tutumu nedeniyle ertelenmiş ve söz konusu Zirve, El Beşir’in Zirve’ye katılımının engellenmesi amacıyla Mayıs ayının sonunda Fransa’nın Nice kentinde gerçekleştirilmişti.

Yaşanan son gelişmelerin ardından ise Fransa ve Almanya’nın Msır’a silah satışını askıya aldıklarını açıklamaları ve Mübarek Yönetimi’ne yönelik yapılan eleştiriler, ilişkilerin önemli bir dönüşüm sürecinden geçtiğinin açık bir göstergesi olarak nitelendirilebilir.

Önümüzdeki süreçte Mısır’daki müzakerelerin yoğunlaşacağı tahmin edilirken, dönüşüm sürecinde taraflar arasında uzlaşıya yönelik atılacak adımlar ve dış güçlerin konuya yaklaşımları, ülkenin ve bölgenin istikrarını da doğrudan etkileyecektir.

Bölgede yaşanan bir diğer önemli gelişme ise Güney Sudan’daki referandumun ardından dikkatle izlenen ABD ile Sudan arasındaki yoğun diplomasi trafiğidir.1

Güney Sudan’daki bağımsızlık referandumu başarıyla gerçekleştirilirken, Referandum Komisyonu  %98,83 evet oyu ile Güney Sudan’ın bağımsızlığını teyit etmiştir.

Mısır’daki gelişmeler karşısında ABD’nin Mübarek’i gözden çıkardığı belirtilirken, son dönemde Afrika’ya yönelik dış politikasındaki ibreyi olumlu yönde Sudan’a çevirdiği görülmektedir. Bunun en açık göstergesi de yakın zamana kadar ABD’nin eleştiri oklarından payını alan Sudan’ın artık bu ülkeyle doğrudan masaya oturmasıdır.

Tarafların, iki ülke arasındaki ortak çıkarlara hizmet edecek bir yol haritası üzerinde çalıştıkları, Vaşington ile Hartum arasındaki üst düzey diyaloğun sürdürülmesine, Kapsamlı Barış Anlaşması’nın yanı sıra Abyei ve Darfur gibi askıda bulunan sorunların en uygun biçimde çözümlenmesine çalışacakları, Sudan Devlet Başkan Yardımcısı ile yapılan görüşmenin ardından ABD’li Bakan Vekili tarafından kamuoyuna duyurulmuştur.

Başkan Obama’nın Sudan özel vekili James B. Steinberg, Hartum’da Sudanlı yetkililerle 2 bir araya gelmiştir. Steinberg, Sudan ziyaretinin ardından Vaşington’da Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile bir görüşme gerçekleştirirken, söz konusu görüşmede Sudan’a yönelik ekonomik yaptırımların kaldırılmasına ve ABD’nin Sudan’ı terörizmi destekleyen ülkeler listesinden çıkartmasına ilişkin konular ele alınmış, ayrıca Sudan Dışişleri Bakanı Ali Karti de Vaşington’a bir çalışma ziyaretinde bulunmuştur.

Güney Sudan’daki referandumun başarıyla tamamlanmasının ardından Obama Yönetimi, Sudan Hükümeti’ne referandumda göstermiş olduğu hassasiyetten ötürü takdirini sunarken, referandum sonrası bölgede yaşanabilecek sorunların bertaraf edilmesi doğrultusunda çaba göstereceklerini belirtti.3 Obama’nın söz konusu açıklaması, Kuzey ile Güney’in ayrılmasına yönelik geçici dönemde ABD’nin izlemekte olduğu yatıştırma politikası şeklinde değerlendirilmektedir. Öte yandan Avrupa Birliği’nin de Sudan’ı referandum sürecinde ülkedeki sakin ortamdan ötürü tebrik ettiği görülmüştür.

Sudan Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada ise ABD – Sudan diyaloğunda kısa zamanda uzun bir mesafe kat edildiği; iki ülkenin, ilişkilerin normalleştirilmesine ve ortak çıkarlara hizmet edecek bir yol haritası üzerinde çalıştıkları duyuruldu.

Yine yakın dönemde Sudanlı bir diplomat tarafından yapılan açıklamada ABD ile Sudan Yönetimi arasında atılan karşılıklı adımlardan memnun oldukları, tarafların bu süreçte birçok kez bir araya gelmeleri, diyalog yanlısı politikalar izlemeleri, Sudan’ın ABD’nin terörizme destek veren ülkeler listesinden çıkartılması, ekonomik yaptırımların kaldırılması ve borç sorununa çözüm bulunması gibi konuların büyük önem teşkil ettiği belirtildi.

Referandumun barışçıl bir ortamda gerçekleştirilmesine rağmen ülkenin hassas yapısı, istikrarın her an bozulması riskini de beraberinde getirmektedir. Öte yandan Abyei’de görülen aralıklı çatışmalar ve Güney Sudan Halkı Özgürlük Ordusu’nun (SPLM) Abyei’yi Kuzey’e bırakmayacakları yönündeki açıklamaları, ülkedeki ortamı doğrudan etkilemektedir.4 Ayrıca Sudan’ın resmi rakamlara göre dış borcu 35,7 milyar dolar olarak hesaplanmıştır. Buna göre önümüzdeki süreçte Güney’in Abyei’yi kendi topraklarına katmaya yönelik girişimlerine karşılık Kuzey’in de Güney’den mümkün olduğunca fazla miktarda dış borcu ödemesinin yanı sıra petrolden pay talep edeceği ve nihai çözüm geciktikçe Kuzey’in daha fazla talebinin karşılanacağını öngörmek mümkündür.5

Son dönemde ikili ilişkilerdeki bu gelişmeler, Başkan Obama’nın Güney Sudan’daki referandumun başarıyla gerçekleştirilmesi nedeniyle Kuzey’e yönelik vaatlerinin uygulamaya konulması şeklinde nitelendirilmektedir.

Sudan’ı ABD ile Çin arasındaki rekabetin aynası olarak da değerlendirmek mümkündür. Özellikle Çin’in kıta genelinde izlemekte olduğu aktif politikaların yanı sıra her geçen gün buralardan daha fazla petrol ithal etmesi; Angola, Nijerya ve Sudan’ın buradaki kritik konumları, ABD’nin kıtadaki çıkarları açısından ciddi bir tehdit unsuru olarak görülmektedir. Dolayısıyla ABD’nin bölgedeki dengeleri kendi lehine değiştirmek amacını taşıyan politikalar, aynı zamanda Çin’in de buradaki etkisinin sınırlandırılmasıyla doğrudan ilişkilidir.

Sonuç

ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi doğrultusunda Sahra altı Afrika ülkelerinde serbest piyasa rejimini mümkün olduğunca yaygınlaştırmaya çalışması, böylece kendisine yeni pazarlar oluşturma isteği ve aynı zamanda stratejik bölgelerin ve doğal zenginliklerin kontrolü, söz konusu politikaların altında yatan temel nedenlerdir.

ABD Ticaret Departmanı’na göre 2008 yılında Afrika ile 141 milyar dolar olan ticaret hacmi, 2009’da ciddi bir düşüş yaşamış ve 55 milyar dolar olarak açıklanmıştır. Çin Ticaret Bakanlığı tarafından ise 2008 yılında kıta ile 106 milyar dolar olan ticaret hacminin 2009’da 90 milyar dolar olduğu belirtilmiştir. Söz konusu göstergeler, ABD açısından gerek ciddi bir ekonomik kayıp gerekse ciddi bir itibar kaybı olarak nitelendirilebilir.

ABD’nin ithal etmekte olduğu petrolün %15’i Afrika ülkelerindendir ve 2015 yılına kadar söz konusu oranın %25’e ulaşması beklenmektedir. Bu durum aynı zamanda ABD’nin Ortadoğu petrollerine olan bağımlılığının da belirli bir ölçüde azaltılması anlamına gelmektedir.

Özetle Sudan ve Mısır, bölgedeki kilit ülkeler arasında bulunmakta ve komşuları üzerinde önemli etkiye sahip ülkeler olarak bilinmektedirler. Ancak kıta ülkelerinin genel anlamda üzerinde bulundukları hassas dengeler ve bölgesel konjonktürün çatışmalara müsait olması nedeniyle buralarda izlenecek politikaların iyi analiz edilmesini zorunlu kılmakta, ayrıca son dönemde hızla gelişmekte olduğu ifade edilen ABD – Sudan ilişkilerindeki tarihsel güvensizliği de göz ardı etmemek gerekmektedir.

1 Bilindiği üzere Sudan, 1997’den bu yana ABD’nin ekonomik yaptırımlar uyguladığı bir ülkedir ve iki ülke arasındaki diplomatik temsil, Maslahatgüzarlık düzeyindedir.
2 Devlet Başkan Yardımcısı Ali Osman Taha, Başkanlık Temsilcisi Nafei Ali Nafei, Dışişleri Bakanı Ali Karti ve Güvenlik İlişkilerinden Sorumlu Başkanlık Danışmanı Salah Gosh.

3 Başkan Obama, 24 Eylül’de New York’daki BM Sudan Zirvesi’ne de iştirak etmişti.
4BM Yetkilileri, Abyei’de yaşayan insanların kimliklerini açıklamaktan ısrarla kaçındıklarını belirtmektedirler.
5 Abyei Sorunu, Kuzey ile Güney arasındaki nihai sınırın belirlenmesi ve petrol hâsılatının bölüşülmesi gibi konular nedeniyle Kapsamlı Barış Anlaşması’nın uygulanmasındaki en zor parça olarak nitelendirilmektedir.

fdd5ba47af6967e6927241b12c517179-mustafa-asulaSon birkaç günden bu yana Bingazi, Derne be Beyda’da meydana gelen ve çok sayıda ölümlerle sonuçlandığı bildirilen olaylar, Libya hakkında bilinen ve yaşananlara pek uymuyor;  yani Libya şaşırtıyor.

Yumuşak mizaçlı ve mütevekkil Libya halkının gündelik yaşam dışında, ötedenberi politika ile ve hele özgürlüklerle ilgilendiği pek söylenemez. Zira halk buna fırsat bulamadığı gibi, bu yönde bir endoktrinasyon ve alışkanlığa da sahip değildir.

1 Eylul 1969 tarihinde Kral  İDRİS’in, Hür Subaylar adına o tarihlerde orduda üstteğmen rütbesinde bulunan Muammer KADDAFİ ve arkadaşları  tarafından devrilmesiyle başlatılan ‘ Devrim’in üzerinden 41 seneden fazla bir zaman geçmiş bulunuyor. Bu süre zarfında siyaset ve yönetim,  M. Kaddafi’nin başkanlığındaki ‘ Devrim Konseyi ‘nin tek ve gerçek sorumluluğu altında cereyan etmiştir. Dolayısiyle halk bu egzersizin tümüyle dışında tutulmuştur.  Halka ayrılan saha, gündelik ve rutin işlerin görüldüğü veya konuşulduğu mahalle bazındaki ‘ halk komiteleri’ olmuştur. Hükumet de, çeşitli hizmetleri yürütmekle görevli ve sekreter diye tabir edilen kimselerden oluşan ‘ Genel Halk Komitesi’ adı altında örgütlenmiştir. Gerek Halk Komiteleri, gerekse Genel Halk Komitesi mensupları her sene yapılan genel kurullar tarafından ilke itibariyle seçilirler. Yeterli görülmeyenler genel kurullar tarafından görevden uzaklaştırılırlar.  Bu düzenlemenin  felsefi hedefeleri ve ayrıntıları, doğrudan Albay Kaddafi tarafından kaleme alınan ( redije edilen) üç ciltlik Yeşil Kitapta belirlenmiştir. Yeşil Kitap 1 Eylul Devriminin bir bakıma manifestosu sayılır.

Gündelik yönetimin halk komitelerine havale edildiği Devrim buna karşın, ‘ daimi’dir.  Devrimde durmak düşmek anlamına geleceği için, süreklilik esastır.

Albay Kaddafi’nin lideri olduğu Devrimin teminatı, onu benimsediği farzedilen halktır. Ancak halk bu görevi doğrudan değil, fakat dolaylı olarak yerine getirir. Bu konuda icracı organ Devrim Komiteleridir.  Komiteler, Devrim uğruna hertürlü mücadeleyi göze alabilecek unsurlardan oluşur ve doğrudan Lider Albay Kaddafi’ye bağlıdır. Devlette ve Genel Halk Komitesinde ( Hükumette) hiyerarşik herhangi bir görevi resmen üstlenmemiş olan Liderin de birincil misyonu, ülkede Devrim ruhunu canlı tutmak ve Devrimin ilke ve ideallerini  geniş halk kitlelerine olabildiğince benimsetmektir. Devrim Komiteleri bu kimlikleriyle tabiatiyle Halk Komiteleri üzerinde de nazım rol oynarlar.

Libya, yeşil doktrinlere uyum sadedinde, son zamanlara kadar hemen her anlamda kapalı bir toplum olagelmiştir. Uzunca bir süre turistlerin bile yaşamı ifsad edebilecekleri varsayılmıştır. Ancak, özellikle 90 lı yılların ortalarından itibaren Libya üzerinde yaklaşık on seneye varan bir süre uygulanan ambargonun ekonomik ve sosyal hayat üzerinde yaratmış olduğu olumsuz tesirleri kısmen de olsa giderebilmek amaciyle, çeşitli alanlarda yatırımlarda olsun, dışa açılmada olsun,  Libya’da önemli açılımlar başlatılmıştır. Bu meyanda, yabancıların ülkeye girişlerine de keza kayda değer esneklikler getirilmiştir. Kontrollü de olsa, dış bağlantılara da müsamaha edilmiştir. Böylece denilebilir ki, ananevi Libya toplumunun  kimyası epeyce değişmiştir.

Buna bir de komşu Tunus ve arkasından Mısır’daki gelişmeler eklenince, ötedenberi maddi olanak ve geniş kamu hizmetleriyle Devrime bağlılıkları korunmaya çalışılan Libya halkı, büyük bir olasılıkla,  refahın ancak özgürlüklerle takviye edilmesi halinde kalıcı olabileceğine kanaat getirmiş olacaktır ki,  ilk sinyali  çoğu kez küçük kıpırdanmalara öncülük eden Bingazi ve havalisinde  vermek yolunu seçmiş bulunuyor.( Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. )

TASAM Afrika Enstitüsü, alanında önemli bir boşluğu dolduracak, yapmakta olduğu sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel çalışmalarla, Afrika'nın geleceğine projektör tutacaktır. (TASAM Başkanı Süleyman ŞENSOY)