Dünyanın yeni yükselen gücü Çin, yükselişini sağ¤layan stratejisinde önemli değişiklikler gerçekleştiriyor. Ucuz üretim merkezi olarak dünya üretimini bir anda arz yönünde yukarı doğru sürükleyen Çin, şimdi üretim ve yatırım stratejisinde dışa açılan bir yapılanmaya gidiyor. Bu süreç hem Çin’in dünya siyaset sistemindeki ağırlığını artırmasını, hem de Çin’de biriken zenginliğin, ülke içerisinde enflasyonist baskı yapmadan dış yatırımlarda kullanılmasını hedefleyen bir siyasetin ürünüdür. Birleşmiş Milletler’de 53 ülkeyle temsil edilen Afrika kıtası hem uluslararası siyasi kararların alınmasında çok etkili bir bölge hem de dünyanın yeni ucuz üretim sahası olma ihtimalini barındıran bir enerji ve maden yatağıdır. Bu nedenle Çin açısından Afrika kıtası gerek siyasi bir manevra alanı olarak, gerek de barındırdığı müthiş enerji kaynakları ve ekonomik üretim avantajları bağlamında oldukça önemli bir coğrafi bölge haline gelmektedir...

Yalın Alpay’ın makalesinin tam metnini okumak için lütfen tıklayınız...

 


Büyükelçi Ömer Haydar Abu Zaid, Başkonsolos Adil Beşir Hassan Beşir ve Ekonomi Müşaviri Ebubekir Mohamed El Fatih Mustafa’dan oluşan heyet, 3 Kasım Çarşamba günü TASAM’ın İstanbul’daki merkez ofisine bir nezaket ziyaretinde bulundu. Heyet, Sudan Cumhuriyeti’nin Afrika’daki konumu hakkında bilgi verirken, önümüzdeki günlerde Türkiye’de yazarlarla ilgili bir toplantı yapılacağını ve söz konusu toplantı vesilesiyle Türkiye ile Arap ülkelerinden katılacak yazarlar arasındaki yakınlaşma sürecine katkıda bulunulmasının amaçlandığını ifade etti. Nisan ayında ülkelerinde genel seçimlerin de gerçekleştirileceğini kaydeden heyet, Türkiye’yi ülkelerindeki Sivil Toplum Kuruluşları’na daha yakından tanıtmak amacıyla arabuluculuk yapmaktan büyük memnuniyet duyacaklarını ve bu bağlamda TASAM’a da önemli bir sorumluluk düştüğünü kaydetti.


Önümüzdeki Mayıs ayında ise Ankara’da bir Afrika Günü’nün icra edileceğini ve bu vesileyle Afrika ile Türk kültürünü bir araya getirmenin önemli bir fırsat olacağına dikkat çeken heyet, Sudan Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında her düzeyde kurulacak ilişkilerin önemini vurgularken, her konuda gereken desteği vereceklerini teyit etti.


TASAM Başkanı Süleyman Şensoy ise beş yıldır Afrika’ya yönelik önemli projelerin altına imza atmaya çalıştıklarını ve bu süreçte Türkiye’de Afrika’ya yönelik algılamadaki değişimi ve gelişimi görmekten duydukları memnuniyeti dile getirirken, söz konusu değişim ve gelişimde TASAM Afrika Enstitüsü olarak pay sahibi olmaktan son derece memnun olduklarını ifade etti.


TASAM’ın 28- 30 Ocak 2010 tarihleri arasında icra ettiği İslam Ülkeleri Düşünce Kuruluşları Forumu’nda Afrika kıtasından da çok sayıda temsilcinin bulunduğunu ve 27 Afrika ülkesinin, İslam Konferansı Teşkilatı’nın üyesi olduğunu anımsatırken, bu bağlamda da Afrika’da yapılacak fazla sayıda faaliyetin bulunduğunu düşündüklerini belirtti.


TASAM’ın Afrika, Asya, Avrupa ve Latin Amerika ile Karayipler gibi dört kıtada faaliyet gösterdiğini, bu çerçevede söz konusu kıtaların önde gelen ülkeleriyle yılda iki kez yuvarlak masa toplantıları icra etmeyi planladıklarını; hatta Rusya Federasyonu ile İran İslam Cumhuriyeti gibi iki önemli komşu ülkenin önde gelen kuruluşlarıyla bu türden faaliyetleri başarıyla icra etmeye devam ettiklerini, Afrika’dan da Sudan Cumhuriyeti ve diğer dost ülkelerdeki uygun partnerlerle benzer toplantılar gerçekleştirmekten büyük memnuniyet duyacaklarını kaydetti.

İslam Konferansı Teşkilatı (İKT) üyesi ülkelerin düşünce kuruluşları “Barış Medeniyeti ve İş Birliği” ana teması ile Türkiye’de bir araya geldiler. Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, 28-30 Ocak 2010 tarihlerinde İslam Konferansı Teşkilatı üyesi ülkelerin düşünce kuruluşlarını “İslam Ülkeleri Düşünce Kuruluşları Forumu” altında İstanbul’da buluşturdu.
TASAM İslam Ülkeleri Enstitüsü tarafından “Barış Medeniyeti ve İş Birliği” teması ile planlanan “İslam Ülkeleri Düşünce Kuruluşları Forumu”; İslam Konferansı Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu,  TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı Yaşar Yakış, TASAM Başkanı Süleyman Şensoy ve kırkın üzerinde ülkeden düşünce kuruluşu temsilcilerinin katılımları ile İstanbul Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezinde gerçekleştirildi.

TASAM Başkanı Süleyman Şensoy Forum’un açılışında katılımcılara ve konuklara TASAM ve Türkiye’den katılan diğer 8 düşünce kuruluşu adına “hoşgeldiniz” dedikten sonra 11 Eylül 2001 olaylarının Dünyada yaşanan dönüşüm için bir milat olduğunu ve soğuk savaş sonrasındaki on yılı bazı ülkelerin çok ciddi çalışmalarla donanımlarını, teknolojilerini insan kaynaklarını geliştirerek geçirdiklerini söyledi.

SÜLEYMAN ŞENSOY; 11 EYLÜL İLE BAŞLAYAN SÜREÇ ÇOK KUTUPLU DÜNYANIN DOĞUM SANCILARI İDİ
Şensoy 11 Eylül ile başlayan sürecin çok kutuplu bir dünyanın doğum sancıları olduğunu söyledikten sonra “geleneksel olarak algıladığımız Batı Avrupa, NATO ve ABD var olmaya devam etmekle birlikte, Doğu’yu merkez alan Asya ülkelerinin -hatta Brezilya ve Meksika da buna dahil edilebilir- öne çıktığını görüyoruz” dedi.

Başkan Şensoy sözlerini şöyle sürdürdü “Bu güç dengelerini bütün parametreleriyle saymak çok akademik bir temele oturmuyor. Ama önümüzdeki on yıl içerisinde dünyada en azından 5 kutuplu bir güç sistematiğinin ortaya çıkacağı gözüküyor. Bu ise şu anlama geliyor; bilinen modern insanlık tarihi açısından, benzer donanımlara, benzer teknolojilere ve benzer insan gücüne sahip bu kadar sayıda gücün dünya sahnesinde rekabet ettiği bir dönem daha önce olmadı. Dolayısıyla bu durum bizim için, İslam dünyası için, ya da her ülke için hem çok önemli bir fırsat hem de çok büyük bir tehdit içeriyor. Soğuk savaş dönemine kadar İKT üyesi ülkelerin bir kısmı Batı Bloğu’nda yer aldı, bir kısmı da Sovyetler Birliği Bloğu’nda yer aldı. Dolayısıyla herkes içerisinde yer aldığı bloğa göre belli politikalar üretmek zorunda olduğu için çok fazla ve istenen ölçüde bir “birliktelik ve ortak hareket etme kültürü” oluşmadığını görüyoruz. Bu yeni dönem İslam dünyası açısından da İKT açısından da büyük imkanlar sunan bir dönem. Çünkü bu çok kutupluluk hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir şekilde herkese çok boyutlu bir politikayı izleme zorunluluğu getiriyor. Ancak, özeleşiri yapmak gerekirse Türkiye başta olmak üzere bütün İslam ülkeleri olarak soğuk savaş döneminden kalan zihinsel eşiklerimiz var. Sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda bu zihinsel eşikleri aşarak, ideal yönetişim anlayışı ile hareket edip taşkınlık ve heyecanla değil, akıl ve sağduyu ile izlenecek politikalarla hareket edilmesi gerekiyor.



İslam dünyası açısından da, Türkiye açısından da hiçbir şekilde herhangi bir ülkeyi veya bölgeyi bir diğerine alternatif kılmadan, muhataplarınızı siyah ya da beyaz, iyi ya da kötü olarak algılamadan, bütün muhataplarınıza mevcut durumunuzu, politikanızı, bakış açınızı çok iyi izah edebileceğiniz, meşru bir zeminde kesinlikle haklı olabileceğiniz çok boyutlu bir politika izleme zorunluluğu olan bir süreç gelişiyor.

İslam ülkeleri ne kadar çabuk bu durumun farkına varır ve ne kadar önceden bu anlamda kurumsallaşmalarını tamamlarsa önümüzdeki on – on beş yılda dağıtılacak güç içerisinde o kadar çok pay sahibi olacaktır. Çünkü son yüz yıllık tarihe bakarak dünyanın kalkınması, ilerlemesi ve refah üretmesini sağlayan kaynakların tamamına yakınının İslam dünyasında olduğu düşünülürse bu zihinsel eşiklerin aşılmasının zamanının geçtiğini düşünüyorum.

Eğer eski alışkanlıklarımıza devam ederek zaman kaybetmeye devam edersek, şekillenmekte olan çok kutuplu sistem içerisinde bir söz sahibi olamayacağımız gibi asla başımızı kaldıramayacağımız elli ile yüz yıllık bir dönemin de önümüzde durduğunu görmemiz gerekiyor. Geleneksel Batılı güçlerin pozisyonlarını irdelemekle birlikte on yıl sonra Doğu’da yükselecek çok büyük güçlerin pozisyonlarının ve izleyecekleri politikaların Türkiye ve İslam ülkeleri açısından ne anlama geldiğini etüt etmekte de fayda var. Bu çok boyutlu rekabet içinde biz ne yapıyoruz? Bu toplantının ne anlamı var?

Belirginleşmekte olan bu çok boyutlu rekabet son on yılda kamu diplomasisi kavramının önemini olağanüstü artırdı. Artık uluslararası ilişkilerde iç ve dış politikanın uygulanmasında devletlerin rolü gittikçe küçülüyor. Ama önemi azalmıyor. Devletler karar alıcı ve yönetici pozisyonundalar. Fakat alınan kararların, meclislerde kabul edilip onaylanan anlaşmaların ya da izlenen sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik politikaların uygulanabilmesinin temel parametresi artık hem iç hem dış politikada kamu diplomasisi kurumları oldu. Bunu artık net bir şekilde görmemiz gerekiyor. Çünkü ticaret ya da ihracat hacmini büyütmek istediğiniz bir ülkede sizin iş adamlarınız ne kadar etkili ve iyi çalışıyorlarsa o kadar ticaret hacmine ulaşabiliyorsunuz. Devletlerin buradaki rolü yönlendirici, sevk edici ve teşvik edici olmaktan öteye gidemiyor. Kamu diplomasisi olarak tanımladığımız; düşünce kuruluşlarının, sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin, okulların, sportif ve kültürel kurumların, iş adamlarının ve onların kurduğu örgütlerin hem iç hem dış politikada artık çok daha aktif olmaları ve bu kuruluşları yöneten insanların bizzat bu durumun farkında olmaları gerekiyor.

Kamu diplomasisinin öneminin ve gücünün ülke yönetimlerine demokratik kanun ve kurallar çerçevesinde baskı kurularak anlatılması, kamu yöneticilerinin de; kamu diplomasisi araçlarının gücünü ve önemini görmesi, bu kurumların teşvikinin, çoğalmasının, mevcutların etkinlik ve içeriklerinin güçlendirilmesinin önemini görmesinin gerektiği kanaatindeyiz.



Örnek olması açısından icra etmekte olduğumuz Forum projesini ortaya koyduğumuzda İKT’nin ve Genel Sekreterliğin bu projeye vermiş olduğu destek de sanırım bu ihtiyacın ve gerekliliğinin anlaşılması açısından önemli. Çünkü bizim İslam dünyası olarak bir kaynak sorunumuzun olmadığına inanıyorum. Türkiye özelinde biz, son yirmi - yirmi beş yıl içerisinde birçok ekonomik sorunla boğuştuk. Bütün bunlara rağmen bizim, Türkiye de dahil İslam dünyasının tamamına yakınında bir kaynak sorununun yaşanmadığını, asıl kaynak sorunumuzun iyi yönetişimi sağlayacak insan kaynağı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bütün İslam ülkeleri % 80 finans % 20 insan kaynağı denklemiyle bir kalkınma yürütmeye çalışıyor. Asıl gelinmesi gereken nokta, gelişmiş ülkeleri mevcut konjonktürde hâlâ ayakta tutan durumdur; Yani insan kaynağının % 80 finansman kaynağının % 20 olmasıdır. Bu anlamda düşünce kuruluşlarının her alanda karar alıcıların yararına üretecekleri çalışmaların çok önemli olduğunu vurgulamak istiyorum. Kamu otoritelerinin de kendi rutin yoğunlukları içerisinde düşünce kuruluşlarının ürettikleri çalışmalara zaman ayırmaları gerektiğini, bu kuruluşlarla iş birliği ve destek mekanizmalarının sağlıklı çalıştırılması gerektiğini düşünüyorum.

İslam dünyasının bir diğer temel sorunu da kendi içerisinde olan rekabetidir. Tarihten bu güne baktığımız zaman; Fars - Türk rekabeti, Fars - Arap rekabeti, Arap - Türk rekabeti… Bunları çok doğal karşılamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu, işin tabiatında var. Aynı aile içerisindeki bireyler bile kendi içerisinde değişik konumlardadır. Değişik anlayışlar içerisindedir. Birisi daha ilerdedir, birisi biraz daha geridedir. Biri belli konularda daha iyi iken diğeri daha zayıftır. Sonuçta yapıcı ama yıkıcı olmayan rekabet ya da başkaları tarafından manipüle edilmeyen rekabet hem tek tek ülkelerin hem de bütün olarak İslam ülkelerinin yararınadır. Mevcut yaşanan rekabetlerin de birbirini yıpratıcı ve yıkıcı değil, en önemlisi başkaları tarafından kullanılan değil; birbirini besleyici, hayırda ve hizmette yarışan bir anlayışı taşıması gerektiğini düşünüyorum. Son zamanlardaki gelişmeler de bunu gösteriyor. Biz düşünce kuruluşları olarak üzerimize düşeni yapmış olsaydık acaba Körfez’de yüz milyarlarca  dolar para lüks konutt ptojeleri için harcanır mıydı. Çünkü herhangi bir kriz anında görüldü ki bunların hiçbir geri dönüşü yok. Son olarak dünyanın geldiği nokta içerisinde bir medeniyet bunalımı olması, güç ve adalet dengesindeki terazinin her zaman İslam dünyasının aleyhine olması düşündürücüdür. Bu terazi zaten kaymış durumdaydı ama her zamankinden fazla rayından çıktığı bir dönemde yaşıyoruz. Özellikle 11 Eylül’den sonra ABD’nin izlemiş olduğu güce dayalı politikalar büyük ölçüde hep İslam ülkeleri topraklarını ve İslam ülkelerini bilerek ya da bilmeyerek hedef aldı. Bu anlamda dünyadaki makro dengeler açısından bir meşru zemin kayması olduğunu artık aklı başında olan herkes görüyor. Biz yaptığımız uluslararası toplantılarda, dünyadaki makro dengelerin yeniden oturtulması açısından meşru yolla ulaşılmış güç ve bunun adaletle tasarrufunun; güç ve adalet temelini pekiştirecek çabalarla tekrar mümkün kılınabileceğini, yoksa bu güç dengelerinin dağılımının dünya, insanlık ve ülkemiz için çok acı sonuçlar doğurabileceğini düşünüyor ve söylüyoruz. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda yaşadığımız şeyler, bütün dünyanın yaşadığı acılar, çok büyük kayıplar bu güç dengelerinin yeniden dağıtılmasından kaynaklanmıştı. Çünkü rekabet ortamı o kadar acımasız ki hiç kimse “siz hak ettiniz, siz gerekli çalışmaları yaptınız, ülkenizi belli bir yere taşıdınız, dolayısıyla ben oturduğum sandalyeyi size veriyorum” demek gibi bir erdeme sahip değil. Aşınan medeniyet değerleri ve dünyadaki siyasi meşruiyetin yeniden oturtulmasında BM, İKT ve özellikle bu anlamdaki değerleriyle bütün dünyaya örnek olmuş, Türkiye’nin de üye olmaya çalıştığı AB mekanizmalarının çok ciddi manada çalışmalar yapacağına ve yapması gerektiğine inanıyoruz. Hedefimiz; sizlerin de katkıları, görüşleri ve onaylarıyla bu toplantının sonunda, bundan sonra devam edecek ve İKT’nin temel diplomatik çatısı ile kuruluş gayesini ve ilkelerini temel alan bir anlayış içerisinde devam edecek güçlü bir kurumsallaşmadır”.

“İSLAM BARIŞ GÜCÜ” KURULACAK MI?
Forum’da basın mensuplarının sorularını cevaplayan İKT Genel Sekreteri Ekmelettin İhsanoğlu, 2009 mayıs ayında yapılan İKT üyesi ülkelerin dışişleri bakanları toplantısında gündeme gelen ve uzmanlar toplantısında irdelenen "İslam Barış Gücü"nün kurulması konusunda birtakım hazırlıkların olduğunu söyledi.
Konunun ilk defa gündeme getirildiğini ifade eden İhsanoğlu, "Ülkeler açısından anlaşmazlık şeklinde değil, ama farklı değerlendirmeler var. BM, Afrika Birliği de bir günde kurulmadı. İlk defa gündeme getiriliyor. Bütün devletler, bunu müspet şekilde karşıladı. Meseleler tartışılıyor" diye konuştu.
İhsanoğlu, ABD Başkanı Barack Obama’nın politikaları hakkındaki görüşünü sorması üzerine de, ilk kez bir ABD başkanının dostane şekilde konuşma yaptığını ve dostluk elini uzattığını anımsatarak, o günden beri Amerikalılarla temas halinde olduklarını, Orta Doğu’daki siyasi sürecin de devam ettiğini belirterek Orta Doğu meselesinin çözümünde ABD’nin daha ağırlıklı olmasını istediklerini kaydetti.



İHSANOĞLU; DÜNYA KARMAŞIK BİR DÖNEMDEN GEÇİYOR
İslam Ülkeleri Düşünce Kuruluşları Forumu’nun açılışında da bir konuşma yapan İhsanoğlu İslam dünyasının çeşitliliğini bu tür organizasyonlarla daha iyi görülebildiğini dile getirdikten sonra dünyanın çok ciddi karmaşık bir süreçten geçtiğini ve Batı dünyası ile İslam ülkeleri arasında ayrımın giderek arttığına dikkati çekerek, bu durumun İslam ülkelerinde "aşırıcılık" gibi olumsuz sonuçlar doğurduğunu ifade etti.
İslam Konferansı Teşkilatı üyesi devletlerin de çok zorlu sorunlarının olduğunu, çözüm için daha çok açılıma ihtiyaç duyulduğunu, meselelerin çözüm yollarının da ancak bu tür organizasyonlarla ortaya çıkacağını belirten İhsanoğlu İslam ülkelerinin sorunlarını masaya yatırması gerektiğine değinerek daha çok analize ve politik tavsiyeye ihtiyaç duyulduğunu söyledi.
Bu çalışmaların düşünce kuruluşları gibi çeşitli organizasyonlar tarafından yapılacağını belirten İhsanoğlu, "2005 yılı aralık ayında Mekke’de düzenledikleri zirvede, yaklaşık 100 kadar bilim adamıyla beyin fırtınası gerçekleştirildiğini ve 10 yıllık hedeflerin konulduğunu" hatırlattı.
İKT’nin 1,5 milyarlık İslam nüfusunu temsil eden kendine özgü organizasyonlardan biri ve uluslararası arenada katkısı bulunan oyunculardan olduğunu kaydeden İhsanoğlu, İKT’nin sadece İslam ülkeleriyle değil, Batı ülkeleriyle de ciddi dayanışma içinde çalıştığını belirtti.
Terörle savaş girişimlerinin aşırıcılık ve terörizmi körüklediğini, bunun iletişim azlığından kaynaklandığını vurgulayan İhsanoğlu, sorunlara sistematik farklı bakış ve entelektüel tartışmalarla çözüm bulunabileceğini, o bakımdan düşünce kuruluşlarının bir araya gelmesinin doğru mekanizmaları göreve getirmek açısından önemli olduğunu kaydetti.

YAŞAR YAKIŞ; KENDİMİZİ YETERİNCE ANLATAMADIK
Devlet Planlama Teşkilatı Dış İlişkiler Müdürü Ferruh Tığlı’nın kısa selamlama konuşmasının ardından kürsüye gelen Dışişleri Eski Bakanı ve TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı Yaşar Yakış da İslam ile terörizmin bir kaba konulmaya çalışıldığını söyledi. Yakış; “Diplomat olarak 4’er yıl önemli Ortadoğu ülkelerinde görev yaptım. Bu tür bir organizasyon benim hayalimdi. Burada bulunmaktan çok memnunum. Çalıştığım ülkelerdeki düşünce kuruluşları arasında çok iyi bir bağ vardı, çok iyi çalışıyorlardı. Fakat dünyadaki İslam imajı gibi sorunlar karşısında yeterince kendimizi anlatamadık. Mesela terörizm. İnsanların aklına herhangi bir terör eyleminden sonra hemen İslam geliyor. Maalesef böyle bir algı var. Terörizm ile İslam aynı kaba konulmaya çalışıyor. Bu anlamda bu imajı ancak düşünce kuruluşları yıkabilir. Bir işbirliği sağlandığı zaman kamuoyuna daha çok etki edebiliriz” diye konuştu.



NIKOLAENKO: TÜRKİYE – RUSYA İLİŞKİLERİ TARİHİN EN İYİ DÖNEMİNDE
Rusya Eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Valery Dmitrievich Nikolaenko da Forum’un açılışında yaptığı konuşmada dünya üzerinde giderek etkinliği artan Türkiye ve İslam dünyası gerçeğine dikkat çekti. Rusya için de İslam dünyasının öneminin giderek arttığını söyleyen Nikolaenko; “Şu anda bile Rusya’nın %20’si Müslüman’dır. İslam dünyası bütün dünya için giderek önem kazanıyor. Bu tür programlar kamu diplomasisi açısından çok önemlidir. Dünya şu anda çok huzursuz. Her yerde çatışma var ve bunların sayısı giderek artıyor. Dünya sorunları diplomasi ile değil güç ile çözmeye çalışıyor. Biz Rusya olarak politik, ekonomik ve duygusal anlamda İslam dünyası ile iyi ilişkiler geliştirmek istiyoruz. Biz çatışma yerine barışı tesis etmeliyiz. Türkiye de bu anlamda dünya üzerinde yerini ve etkinliğini giderek artırıyor. Bizim Türkiye ile aramızdaki ilişkilerimizde tarihin en iyi dönemindedir. Biz tarih boyunca Karadeniz bölgesinde Türkiye ile rakip olduk ama artık birlikte olma zamanı gelmiştir” dedi.

İslam Ülkeleri Düşünce Kuruluşları Forumu’nun ilk gününde TİKA’nın dünyanın dört bir yanına götürdüğü kalkanma yardımlarını anlatan bir fotoğraf sergisi açıldı. Serginin açılışını İKT Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu (ortada), TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı Yaşar Yakış (sağda) ve TİKA Eğitim, Kültür ve Sosyal İşbirliği D. Başkanı Dr. Mehmet Yılmaz Yaptı.

 

İslam Ülkeleri Düşünce Kuruluşları Forumu’nun ilk oturumunda; İKT Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu (sağda), KKTC eski Başbakanı ve Doğu Akdeniz Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Hakkı Atun (ortada) ve  Center of Muslim Studies-Tayland’dan dr. Sarawut Aree.

 

 

Forum’da Dışişleri Bakanlığı SAM Başkanı Bülent Karadeniz (solda), Center for Asia and Pacific Studies (IPIS)-İran’dan H.E. Mr. Jalal Kalantari ve Dr. Mustafa Dolatyar.

Üç gün süren Forum’un ilk iki günündeki yedi oturumda; “Barış Medeniyeti ve İslam Konferansı Teşkilatı’nın Yeni Vizyonu”, “İslam Ülkelerinde Güvenlik Sorunları, Ortak Güvenlik Politikaları ve Perspektifler”, “11 Eylül Sonrası, İslamofobi ve İslam Dünyası - Batı İlişkileri”, “İslam Dünyası’nda Çatışma Çözümü ve Barış İnşa Süreci”, “İKT Üyesi Ülkelerde Demokrasi, İyi Yönetişim, İnsan Hakları ve Yeni Güvenlik Yaklaşımları” ile “Kamu Diplomasisi Perspektifinde İslam Ülkeleri Düşünce Kuruluşları Arasında İş Birliği ve Kurumsallaşma” alt konu başlıkları konuşuldu.

İslam Ülkeleri Düşünce Kuruluşları Forumu’nun üçüncü gününde ise konuklar Topkapı Sarayı’nı, İstanbul 1453 Panoramik Müze’sini ve İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’ni gezdiler.

Sonuç Deklarasyonu için lütfen TIKLAYINIZ.

Resim galerisi için lütfen TIKLAYINIZ.

Detaylı bilgi için lütfen TIKLAYINIZ.

Bilgi ve İletişim Teknolojileri’ndeki yenilikler, ekonomik büyümenin, sosyal eşitliğin teşvikinin ve refahın temel kaynakları olarak değerlendirilmektedir. Afrika Birliği’nin de 14. Zirvesi’nin ana temasını oluşturan Bilgi ve İletişim Teknolojileri, bilgiye ulaşımı ve bilginin dünya genelinde dolaşımını büyük ölçüde kolaylaştırmakta, çeşitli yenilikleri ve uygulamaları beraberinde getirmektedir. Afrika için Bilgi ve İletişim Teknolojileri’nin rolü, özellikle ekonomik ve sosyal dönüşüm açısından önemli fırsatlar teşkil etmektedir.


Altyapı, kültür ve ekonomi alanlarında Afrika’nın bütünleşmesinin hızlandırılabilmesi için Bilgi ve İletişim Teknolojileri’nin etkilerini göz ardı etmek mümkün değildir. Söz konusu alanlardaki bütünleşmenin ileri noktalara taşınabilmesi, şüphesiz sosyal, ekonomik ve siyasi kalkınma ile doğrudan ilintilidir. Bilgi ve İletişim Teknolojileri, bir başka ifadeyle Afrika’nın geliştirmeye çalıştığı yeni vizyonu ve Milenyum Kalkınma Hedefleri’ne ulaşılabilmesine yönelik politikaları yakından ilgilendirmektedir.


Afrika’da Bilgi ve İletişim Teknolojileri’nin gelişimi için ön koşullardan belki de en önemlisi altyapıya ilişkin eksikliklerin giderilebilmesidir. Böylece ülkedeki yaşam koşullarının iyileştirilmesinin de önü açılmış olacaktır.
Bilindiği üzere Afrika, kalabalık ve genç nüfusa sahip bir kıta olmakla birlikte söz konusu nüfusun gelişimi de şüphesiz nitelikli bir eğitimle mümkün olabilecektir. Afrika’da söz konusu teknolojilerin gelişimi, eğitim şartlarının da iyileşmesi anlamına gelecektir. Toplumun da bu konularda bilinçlendirilmesi için özellikle kıtanın önde gelen STK’larının geliştirecekleri programlar büyük önem arz etmektedir.


Ekonomik büyümenin sağlanması ve yoksulluğun azaltılması için Bilgi ve İletişim Teknolojileri’nin bir araç olarak kullanımı günümüzde artık bir zorunluluk olarak değerlendirilmektedir. Şüphesiz söz konusu teknolojiler, ekonomik rekabeti ve büyümeyi doğrudan etkileyen faktörlerin başında gelmektedir. Ayrıca yatırım çekmede, istihdam oluşturmada ve GSMH’yi arttırmada önemli birer rol oynamaktadır. Bilgi ve İletişim Teknolojileri, yine vergi hâsılatında ciddi bir kaynaktır. Ayrıca söz konusu teknolojileri, Afrika’nın ürün ihracatına olan bağımlılığını da ciddi oranda azaltacak etkenler arasında değerlendirmek mümkündür. Bu durum, ayrıca istihdam oluşturmada, girişimcilikte ve ekonomik büyümede, bilgi ve becerilerin gelişimini de beraberinde getirecektir.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) göre Bilgi ve İletişim Teknolojilerinin ekonomik kalkınma üzerinde de ciddi bir etkisi bulunmaktadır. Bunların ulusal ve kıtasal düzeyde benimsenmesi, ticareti ve bölgesel entegrasyonu da kolaylaştıracaktır.


Son dönemde Afrika’daki iletişim ağının da hızla geliştiği gözlemlenmektedir. Söz konusu kıta, cep telefonu kullanımında dünyada en hızlı artışın yaşandığı kıta olarak değerlendirilmektedir. 2005 yılında 138 milyon Afrikalı cep telefonu kullanırken, söz konusu rakam 2008’de 370 milyona yükselmiştir. Buna karşın, Afrika’nın cep telefonu kullanımının yaygınlığında gelişmiş bölgelerle

kıyaslandığında bir hayli gerilerde olduğunu ifade etmek mümkündür. Özellikle Sahra altı Afrika’daki düşük kapasiteli kablosuz ağların geliştirilmesi büyük bir zorunluluk arz etmektedir.
Sahra altı Afrika ülkelerinde Bilgi ve İletişim Teknolojileri’ne yönelik politikaların uyumlaştırılması amacıyla Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) ve Avrupa Komisyonu ile ortak olarak 2008 yılının Aralık ayında başlatılan ve 2011’in sonunda sonuçlandırılması öngörülen süreç, ortak Bilgi ve İletişim Teknolojileri’ne yönelik politikaların teşvikini ve yapılacak ortak düzenlemelerle bilgi paylaşımının sağlanmasını amaçlamaktadır.
Zirve kapsamında Afrikalı liderlerin, kıtadaki bölgesel ekonomik toplulukların, uzmanlık kuruluşlarının, özel sektörün ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin bir araya gelerek görüş alış verişinde bulunmak suretiyle müşterek bir gelecek için tutarlı politikalar geliştirmeye çalışmalarını, bunların uygulamaya konulabilmesini ve bu türden girişimlerin, uluslararası uzmanlık kuruluşları tarafından desteklenmesini, söz konusu sürecin amaçlarına ulaşması bakımından bir hayli önemli bir girişim olarak değerlendirmek mümkündür.

https://www.africa-union.org/root/au/index/index.htm

 

Ufuk TEPEBAŞ
TASAM Afrika Koordinatörü


TASAM Afrika Enstitüsü, alanında önemli bir boşluğu dolduracak, yapmakta olduğu sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel çalışmalarla, Afrika'nın geleceğine projektör tutacaktır. (TASAM Başkanı Süleyman ŞENSOY)