Türkiye ve Afrika arasındaki sosyal ve kültürel ilişkilerin kökleri 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan daha öncelerine ve hatta Osmanlı İmparatorluğu’na kadar götürülebilir. İmparatorluk en parlak dönemlerinde bugün Balkanlar olarak adlandırdığımız bölgede Yunanistan dahil diğer ülkeleri, Kuzey Afrika’nın geniş bir kısmını, günümüz Ortadoğu’sunun tamamını ve merkezinde Anadolu’nun bulunduğu coğrafyanın büyük kısmını topraklarına katmıştı. 19. yüzyıl sonlarına gelindiğinde yine Osmanlı’ya bağlı olan Mısır’daki Hidiv hanedanı ise Sudan’a doğru ilerlemekteydi. Osmanlı İmparatorluğu batıya doğru ise Batı Afrika içlerine doğru ilerlemekteydi. Askeri ya da bürokratik varlığın oluşturulamadığı bölgelerde Zengibar Sultanlığı’nda olduğu gibi diplomatik veya siyasi bağlantılar kuruldu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun bu bölgelerin birçoğunda uzun yıllar kalacak şekilde yayılışının en temel sebeplerinden birisi çeşitli etnik, dini ve dilsel grupların belirli ölçüde otonomiye sahip olmalarına fırsat tanıyan gelişmiş bir millet sistemi ortaya koymasıdır.  Selefi Roma İmparatorluğu gibi Osmanlı da her yönüyle bir çok etnik topluluğa sahip bir yapıdaydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun payitaht merkezi aynı zamanda Hilafetin başkenti sayılmaktaydı. Kanatlarının altında özellikle Balkanlar’da önemli derecede Hıristiyan nüfusu bulundurduysa da İmparatorluğun merkezi Müslüman olarak kaldı ve Müslüman etnik gruplar İstanbul’dan gönderilen bürokratlar sebebiyle doğal olarak o bölge yerel idarelerinde Sultan’ın temsilcisi olarak algılanmaktaydı. 20. yüzyıl başlarında  Avrupalı güçler çeşitli toplulukları idarecilerine karşı kışkırtarak Osmanlı’nın işlerine doğrudan karışmaya başlayıncaya kadar bu gayri müslim halkların birçoğu kendilerini İslam Halifeliği’nin bir parçası olarak görmekteydiler. Avrupalı güçler İmparatorluğu parçalamak gibi bir gizli gündeme sahiptiler. Bu kışkırtmalara maruz kalan azınlık gruplar bu olanlardan haberdardı. Bunlar daha sonraları ne çelişkidir ki Arabistanlı Lawrence olarak bilinen T. E. Lawrence tarafından idare edilen Arap Uyanışı olarak tarihe geçti. 1920’lere kadar Avrupalı güçlerin başta imparatorluğu parçalamak ve ortaya çıkan yeni parçaların kendi emperyal arzuları doğrultusunda yeniden düzenlenmesi gibi bütün hedefleri neredeyse gerçekleşmiş durumdaydı.

TASAM Afrika Enstitüsü, alanında önemli bir boşluğu dolduracak, yapmakta olduğu sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel çalışmalarla, Afrika'nın geleceğine projektör tutacaktır. (TASAM Başkanı Süleyman ŞENSOY)