Mısır Krizi’nin İsrail’e Yansımaları
Geçtiğimiz hafta Mısır’da başlayan halk ayaklanmasını İsrail endişe ile izliyor. İsrail hükümeti son yaptığı açıklama ile Batılı müttefiklerini Mısır’da istikrarın, dolayısıyla Mübarek rejiminin korunmasının kendi çıkarlarına olduğu konusunda ikna etmeye çalışıyor. Hatta İsrail Dışişleri Bakanlığı, bazı kilit elçiliklere Mısır’ın istikrarının korunmasının ne derece önemli olduğunu anlatan yazılar da gönderdi. Dünya kamuoyunun Mısır’daki olayları “demokratikleşme” adımı olarak görme eğilimi yüksekken İsrail’in böyle bir gelişmeden kaygı duyması ülkenin milli güvenlik çıkarlarına ters olmasından kaynaklanıyor.
İsrail 1948’de kurulduktan sonra, savaş sonrası statükoyu kabullendi ve devletin konsolidasyon sürecinde statükoyu değiştirecek Arap girişimlerini bertaraf eden aktivist bir savunma politikası izledi. Öte yandan, İsrail devleti kurulduktan sonra da devam eden savaş durumu, İsrail’in güvensizlik algısını tetikledi ve milli güvenlik konusu siyasi ajandaya hâkim olmaya başladı. İsrail’in bugün askeri bir toplum olarak nitelendirilmesinin ardında güvenlik sorunsalının toplum ve ordu arasındaki ayrımı bulanıklaştırması yatmaktadır. Öyle ki, güvenlik konusu karar verme süreçlerini, dolayısıyla ekonomik politikaları olduğu kadar dış politikayı da etkilemiştir. Kümülatif caydırıcılık üzerine temellen bir milli güvenlik doktrini, Arap ülkelerinin sayısal üstünlüğünü bertaraf edecekti. İsrail’in nihai amacı Arap ülkeleriyle barış yapıp, savaş durumuna bir son vermekti; Arapları barışa ikna etmek için de, onları İsrail’in yıkılamayacağına, böyle bir girişimin onlara pahalıya patlayacağına inandırabilmekti. Böylelikle, caydırıcı politika, sonunda Arap devletlerini barış yapmaktan başka bir alternatif olmadığı düşüncesine yöneltecekti.
Bu bağlamda İsrail’in en büyük başarısının Mısır ile barış için masaya oturması olduğunu söylemek mümkündür. Zira Mısır lider ülke olarak ön plana çıkmaktaydı, Mısır’ın İsrail ile barış yapması, İsrail’in Arap tehdidi algılamasını asgariye indirecekti çünkü Mısır en güçlü Arap ülkesi olarak diğerlerine liderlik etmekteydi. İki ülke arasındaki gerginlik, dönemin Mısır başkanı Enver Sedat’ın 1977 yılında İsrail’i ziyaret etmesiyle yumuşama sürecine girdi, bunu 1978 Camp David barış anlaşması takip etti. Bu barış Arap ülkeleri ve FKÖ tarafından şiddetle kınanırken, ABD anlaşmanın bir parçası olarak Mısır’ı hem ekonomik hem de politik anlamda destekleyeceğinin sözünü verdi. İsrail Mısır ile yaptığı bu anlaşma sayesinde güney sınırlarını koruma altına almış oldu, nitekim Mısır Sina Yarımadası’nı askerden arındırma taahhüdü verdi.
Bugünden baktığımızdaysa, Enver Sedat ile başlayan olumlu ilişkileri devam ettirmiş olan Hüsnü Mübarek’in kaybı, İsrail’i bir kez daha var olma tehdidi ile karşı karşıya bırakacaktır. Nitekim İsrail, bölgedeki en büyük Arap müttefikini kaybetme tehlikesi ile yüzleşmektedir. Mübarek’in düşmesi durumunda, yerine gelecek olan yeni hükümetin İsrail’e göre Camp David anlaşmasını sürdürüp sürdürmeyeceği belirsizdir. Öte yandan İsrail’in güney sınırları bu durumda tehlike altına girecektir. Mısır’daki rejim değişikliğinin Filistin-İsrail sorunu üzerinde de etkili olacağı söylenebilir. Yeni rejimin Mısır-Gazze sınırını açması ihtimali, Hamas’ın hâkim olduğu bu bölgenin İsrail’in kontrol edemeyeceği bir yer haline gelmesi anlamına gelecek, Filistin Yönetimi’nin El- Cezire kanalının yayınlamış olduğu belgelerden dolayı düşmüş olduğu zor durumla birleşince Hamas’ın elinin güçlenme olasılığı yükselecektir. Hamas’ın Filistin Yönetimi’ne alternatif olması, İsrail’in çıkarına değildir. Çünkü İsrail Hamas’ı barış için bir partner olarak değil, kedisinin var olma hakkını reddeden terörist bir örgüt olarak tanımaktadır. Müslüman Kardeşler her ne kadar Mısır’daki ayaklanmaların tetikleyicisi, lideri değilse de, Mübarek’in düşmesini takip edecek seçimlerde iktidara gelmesi ihtimal dâhilindedir. (El-Baradey’in bir milli birlik hükümeti kurmak için Müslüman Kardeşler ile müzakere sürdürdüğü söylenmektedir.) İsrail İslami eğilimli her hükümetin kendisine karşı radikalleşme ihtimalini göz önünde bulunduracağından, Müslüman Kardeşler’in iktidar olduğu bir Mısır’ı potansiyel tehdit olarak algılayacaktır.
Şu an için, Mısır’ı ne beklediğini söyleyebilmek güç. Ancak, eski durumuna geri dönemeyeceği bir gerçeklik halini almış durumda. Tunus’ta başlayan olayların Mısır’a ve Yemen’e sıçraması Ortadoğu’da değişim rüzgârlarının estiğini düşündürüyor. Bu olayların bölgeyi kaosa da sürüklemesi mümkün, olumlu sonuçlar doğurması da. İsrail açısından bakıldığındaysa, hükümet var gücüyle bir kez daha statükoyu korumaya çalışacaktır. Mısır’daki rejimin değişmesi İsrail’in milli güvenlik çıkarına aykırıdır. Dengelerde kaydedilecek bir değişiklik, İsrail’i büyük sorunlarla baş başa bırakmaya gebedir.
Tasam Uzmanı Tuğçe ERSOY ÖZTÜRK