Afrika kıtası küreselleşmenin şu anki evresinde defalarca tekrarlanan seri bir krizle karşı karşıya kalmıştır; aşırı tüketim ve israf, AIDS hastalığı, doğal kaynakların azalması, nüfus artışı, devam eden savaşlardan kaynaklanan zorunlu göç, ülkeler arasında ve ülkeler içerisinde durmaksızın artan eşitsizlik yanında yoksulluk ve açlık.

Afrika’da en yaygın rastlanılan baskılar aşağıdaki öğelerle açıklanabilir:

-    Nüfusun yaklaşık % 61’ini etkileyen uzun vadeli (1956’dan bu yana 186 kez) darbe girişimleri ve çatışmalar
-    Kötü ekonomik ve siyasi yönetim ve sivil toplumun dışarıda kalması
-    Ağır borçlar ve bütün kalkınma sürecini durduran devamlı bozulma

Kıta üzerindeki ağır yükten kaynaklanan endişe verici ve kasti olan bu durum karşısında Afrika Birliği, farklı kurumlar ve yapılan anlaşmalar aracılığı ile kıtanın kalkınma sürecinde rolünü yerine getirmek için hiç bir çaba göstermemiştir.

Afrika’nın, insan haklarını ve refahı sağlayarak ve kıtada ortalığı kırıp geçiren yoksulluk seviyesini en aza indirerek ekonomik kalkınma ve birikim sürecini oluşturmayan politikaları ve stratejileri görme ve etkili büyüme, eşitlik ve dayanışmayı birleştirmeyi deneme vakti gelmiştir. Bölgesel ve uluslararası birçok kurum da bu isteği gerçekleştirmek için yardıma gelmiştir.

NEPAD’ın kurulmasından 5 yıl sonra Afrika stratejik bir öncelik haline gelmiştir. Kıtanın uluslararası diplomasideki konumu giderek iyileşmektedir. Afrika, uluslararası alanda istenmekte ve dikkate alınmaktadır. Kıtanın enerji potansiyeli ise oldukça büyük önem arz etmektedir. (45 ülkede petrol arama çalışmaları devam etmektedir). Tarım potansiyeli de ayrıca güvenilir bir stratejik planın konusu olmuştur. Kıtamızda 1995 yılında savaş içerisinde olan 35 ülkeden geriye sadece 4 gerilim merkezi kalmıştır (Fildişi Sahili, Darfur, Etiyopya/Eritre, Uganda). Bunun yenilenmesi benzersiz iç ve dış güçlerin kurumları ve sivil toplum kuruluşları tarafından ortaya konulmaktadır.

Çok genç olan nüfus giderek daha iyi şekillenmektedir. Son olarak da birçok ülkede demokratik özgürlük sağlamakta ve totaliter sisteme başvurmaksızın yönetim gerçekleştirilmektedir. Milli egemenlik ilkesi kıtada gün geçtikçe halkın temsilcilerine geçmektedir; demokrasi ve milli egemenlik ilkelerine saygı göstermeleri koşuluyla partilerin özgürlükleri ve sayıları artık bir istisna değildir; Adli iktidarda ise kişilerin özgürlüğü giderek tanınır hale gelmiştir. Afrika’nın ekonomiside gün geçtikçe daha iyiye gitmektedir. Ekonomik faaliyetler 4 yıldan bu yana % 5 büyüme kaydetmiştir. Bazı ülkelerdeki güçlüklere rağmen, görünüş uzun zamandan beri buna sahip olmayanların çoğu için daha yararlı hale gelmiştir. Sadece yüksek hammadde talebiyle beslenen küresel yayılma değil ayrıca birçok etken de bu dirilişi desteklemektedir. Borç ve acil yardım iddialarıyla yapılan yardım artışı önemli bir anlam teşkil etmektedir; Makro ekonomik çevre iyileşmiş ve istikrar sağlanmıştır. Genel anlamda artış, Güney ve Orta Afrika’daki yeni petrol yataklarının işletilmesi, 2003 yılında Afrika’nın Güney, Orta ve Doğu kesimlerinde meydana gelen kuraklıktan sonra tarım üretiminin tekrar yapılması ve güvenliğin artması sayesinde bir sıçrama gerçekleştirmiştir. 2004 yılında Kuzey ve Batı Afrika’da meydana gelen çekirge istilası, özellikle beklenenden daha az bir zarar vermiştir. Petrol fiyatlarındaki hızlı yükselişe rağmen, enflasyon tarihi bir seviyeye gerilemiştir. Ticari ve kamu maliye dengesi, özellikle petrol ve mineral ihracatçıları, Afrika ülkelerinde iyileştirilmiştir. Bu değişimler çok az olsa da bir ilerlemedir.

Introduction

This paper, drawing on field research, explores the challenges of pursuing peace, democracy and justice in conflict and post-conflict societies, using the Democratic Republic Congo (DRC) as a case study. In early 2006, three key developments precipitated my fieldwork in the DRC:  rapidly changing patterns of violence in the Great Lakes region, the buildup to the DRC’s historic first elections since independence, and new attempts to bring perpetrators of mass crimes to justice.

In the midst of widespread conflict, the DRC confronts a series of fraught questions: Can a highly fragmented state of 250 ethnic groups, with a long history of violence, corruption, and extreme poverty, embrace democracy and create effective political institutions? Can individuals responsible for committing atrocities be held accountable? And can democracy and justice contribute to a stable, vibrant nation in the long term? Given the DRC’s strategic importance, bordered by ten countries in the heart of Africa, these are not merely questions for the nation but for the Great Lakes region and the continent as a whole.


Historical Background to the Congolese Conflict

The last decade in eastern Congo has been one of greed and ethnic hatred, involving a host of local, regional and international actors. This follows a century of ruthless exploitation of people and natural resources since King Leopold II of Belgium fixed the borders of “the Congo” in 1885. After Belgium granted the Congo independence in 1960, national leaders inherited a fragile country. Capitalising on the state’s weakness, General Joseph-Désiré Mobutu seized control of the Congo in 1965, declared himself president, and in 1971 renamed the country Zaire. Mobutu, supported by the West as a bulwark against communism in Central Africa, created a vast kleptocracy, amassing personal wealth and bankrupting the state.

 

Introduction
My venture here is to debunk afro-pessimism that seems to have informed the literature on Africa conflicts and policy analysis in the western. It has become an almost truism that Africa is a dark continent riddled with poverty corruption and conflict, a metaphor for instability and economic deprivation. Reminiscent of Chinua Achebe’s things fall apart the center cannot hold; albeit the fact that the end of Cold War was supposed to reduce tension, and pay out a “peace dividend” amidst the third wave of democratisation, hence insinuating Fukuyama’s end of history. Consequently, Africa is perceived as a market for weapons, AIDS drugs, crazy youths, untamed social forces and kleptocrats.  As such, Africa is a place that the civilise world must shown except with regards to its natural resources and the war against terrorism.

Between 1960 and 1990, there was 80 violent change of government in the continent. By the end of 1998, only 39% of 48 SSA countries enjoyed stable political conditions and good governance, 23% faced political crisis and turbulence while 38% were engaged in armed conflict or civil strife.  Sudan, Somalia, Chad, Central African Republic and Cote d’Ivoire are still engulf are still steeped in bitter political struggles. however, there is no doubt Africa is gradually making success in arresting conflict and improving on good governance on the continent (For example, Burundi, Central African Republic, Democratic Republic of Congo, Rwanda), to a large extent aided by its peace and security architecture and agenda.

TASAM Africa Institute will fill a great gap in its field and light the way for Africa's future with its researches on social, economic, political and cultural issues. (Chairman of TASAM Süleyman ŞENSOY)