New York Times, Patrick Seale’nın köşesinde yazdığı  “Yükseliş ve Türkiye’nin Yükselişi” başlıklı yazısını 5 Kasım’da yayımladı. Bu iddia gerçek dışı değildir ve aynı zamanda Türkiye’nin Afrika ile ilişkilerini de içermektedir. 1922 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşumundan bu yana ülke, ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde içe dönük ve suskun olmaya yönelmiştir. Atatürk, devlet politikasını “yurtta sulh, cihanda sulh” olarak ilan etmiştir.  Türkiye’nin çözümü için uluslararası desteğe ihtiyaç duyulan 1999 yılındaki yaygın enflasyon ve ekonomik kriz ile baş başa bırakılmış sağlam olmayan ekonomik politikaların sonuçlarının üstesinden gelmeye zorlanmasından bu yana, Türkiye çok yönlü dış politikayı devam ettirmede çok az zamana sahipti.  

Fakat son on yılda Türkiye, yakın komşusu Afrika’daki etkisini kaybettiğini fark etmeye başladı. Bunun bir sonucu olarak Türkiye, 2005 yılını “Afrika Yılı” olarak ilan etti. Buna ilişkin çok sayıda büyük plan yapılırken,, bunların bazıları devlet yardım kurumu olan TİKA’nın programlarına Afrikalı ülkelerin dahil edilmesini kapsayan planlardı ve ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Batı Afrika’nın Müslüman ülkelerindeki programlarıydı. O zamanlar Sahra altı Afrika bölgesinde, Güney Afrika ve Nijerya ile sınırlı olan Türk büyükelçiliklerinin sayısı 15 yeni büyükelçilik ile ve başkent Ankara’da Dışişleri Bakanlığı’ndaki akredite büyükelçi sayısı ile arttırılmıştır. Ayrıca 2003 yılında dönemin Devlet Başkan Yardımcısı Jacob Zuma tarafından Türkiye’ye gerçekleştirilmiş ziyarete karşılık olarak, 2005 yılının Mart ayında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Etiyopya ve Güney Afrika’yı ziyaret etmiştir.

2008 yılı, Afrika politikasına yapılan bu desteği uygulamada çok önemli bir yıldı. Afrika Birliği, Ocak ayında Türkiye’yi stratejik ortak olarak ilan etti ve Ağustos ayında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Afrika Birliği Başkanı, 50 ülke ve Devlet Başkanı’nın katılımı ile birlikte Türkiye-Afrika Zirvesi’ne İstanbul’da ev sahipliği yaptı. Zirve’de Güney Afrika’yı dönemin Devlet Başkanı Phumzile Mlambo-Ngcuka temsil etmişti.

Afrika-Türkiye Ortaklığı: Ortak Gelecek için Dayanışma ve Ortaklık üzerine İstanbul Deklarasyonu olarak adlandırılan, gelecekte işbirliğine dair kapsamlı doküman, liderler tarafından benimsenmiştir. Bu deklarasyon, uluslararası yönetim ve örgütler üzerine tüm olağan önemli düşünceleri kapsamaktaydı ve gelecek işbirliği adına bölgeleri tanımlamaktaydı. Ticaret ve Yatırımın dahil olduğu dokuz kapsayıcı başlık listesi şöyledir; Tarım, Tarım Endüstrisi, Su, Kırsal Kalkınma ve Kobiler ve Çevre.

Türkiye, Afrika ile yakın ilişkiler kurmanın önemini gören, kaynaklarına ve pazarına ulaşan Çin, Hindistan, Rusya, Amerika Birleşik Devletleri, Güney Kore ve ayrıca Avrupa Birliği’nin de aralarında bulunduğu ülkeler listesine dahil olmuştur.



Neredeyse 20 yıldan bu yana Türkiye, yaşadığı ciddi hava kirliliğinin üstesinden gelmek amacıyla Güney Afrika’dan “temiz” kömür ithal etmekte ve birkaç Türk işletmesindeki maden Mpumalanga’da faaliyet göstermektedir. Türk Güney Afrika İş Konseyi kurulurken, birkaç “Anadolu Kaplanı”, girişimci aile şirketleri Güney Afrika’da fabrikalar açmıştır.

Güney Afrika Devlet Bakanı ve Bakan Yardımcısı’nın da katıldığı, 29 Ekim’de Türkiye Cumhuriyeti’nin Ulusal Günü kutlamalarında Büyükelçi Can Altan bir konuşma yapmış ve konuşmasında küresel ekonomik gerilemeye rağmen, iki ülke arasında 2008 yılında 20 Milyar Rand’a yükselen ikili ticaretin, büyük bir farkla Güney Afrika’yı Türkiye’nin Sahra altı’nda en büyük ve Afrika kıtası genelinde de Cezayir’den sonra ikinci büyük ticari ortağı yaptığını belirtmiştir.

Güney Afrika’da sadece bu yıl ihracatı ve yatırımı arttırmak için Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan öncülüğünde 80 işadamı, çok sayıda medya temsilcisi ve yetkililerin katılımı ile üç önemli Türk etkinliği düzenlenmiştir: mobilya, giysi ve genel iş fuarları. Johannesburg ve Cape Town’daki bu etkiliklere yerel düzeyde ilgi oldukça fazla olmuştur. 

Türkiye, Rusya’nın da dahil olduğu Orta ve Doğu Avrupa’da Güney Afrika’nın en büyük ticari partneridir.

Uzun zamandır beklenen Güney Afrika ve Türkiye arasında yılda bir kez toplanacak olan ortak Ekonomik Komisyon toplantısı bu yılın Mart ayında gerçekleştirilmiştir.

2009 yılının başında Türkiye, Afrika’nın da desteği ile BM Güvenlik Konseyi’nde kullanılan 192 oydan 151’ini alarak iki yıllık geçici üyeliğe seçilmiş ve Güney Afrika’dan sonra bu görevi almıştır.

Türkiye, dünyadaki 17.  büyük ekonomi ve sekizinci büyük tarım ekonomisi olarak bilinmektedir. New York Times’ın başlığında da ifade edildiği gibi, bu süreç giderek gelişmektedir. Türkiye, Güney Afrika gibi 1999 yılının başlarından bu yana uluslararası finansal krizin sonucu olarak kamu ilgisine sunulan ve G8’in en önemli uluslararası ekonomik politika geliştiren forumu olarak ortaya çıkardığı G20’nin üyesidir.

Bu durum sadece devletler düzeyinde değildim. İş dünyasının yanı sıra sivil toplum kuruluşları da önemli bir etkiye sahiptirler. Birçok Türk Okulu, Güney Afrika’da iyi seviyede eğitim sağlamaktadır, bu durum Eski Eğitim Bakanı Nadeli Pandor, bu okullardan birini Mayfair, Johannesburg’ta, bilim olimpiyatında elde ettikleri olağanüstü başarıyı onaylamak adına bir ödül sununca hükümet tarafından da fark edilmiştir.

Türkiye ve Afrika ülkelerindeki düşünce kuruluşları yeni dönem ilişkilerine ilgi göstermeye başlamışlardır. Her yıl TASAM Afrika Enstitüsü, Türk ve Afrikalı kurumların davet edildiği STK Forumları’na ev sahipliği yapmaktadır. Beşinci forum, 2009 yılının Kasım ayının sonlarına doğru İstanbul’da gerçekleştirilmiştir.

Güney Afrika da tıpkı Türkiye’nin Afrika ile olan ilişkilerinin önemini fark ettiği gibi Türkiye’nin önemini fark etmeye başlamıştır. Bunlar, hem dünyada gelişmekte olan yeni güç olarak görülen Türkiye hem de kıta dışında iş ve siyasi iletişimlerini çeşitlendirmeye çabalayan Afrika ülkelerinde görülen önemli gelişmelerdir.  

Tom Wheeler
Araştırmacı, Güney Afrika Uluslararası İlişkiler Enstitüsü
1997-2001 yılları arasında Güney Afrika Türkiye Büyükelçisi

The Uighurs is ethnically of Turkish decent and of a predominantly Muslim group. They make up the majority in Xinjiang, a region autonomous in northwest China bordering Central Asia and Mongolia. Their relations have often been tense with the ethnic Han Chinese who predominates in China. Many Uighurs feel they're discriminated against by the government in Beijing and a Uighur separatist movement was established and has existed for decades.
Exiled Uighur leader Rebiya Kadeer, now living in Virginia rallied in Washington recently, blaming the Chinese government for the violence. Chinese officials have blamed Kadeer, who heads the Uighur American Association (UAA), for inciting violence. However Kadeer, who has been exiled from China four years ago, denies the charges.
The Uighurs have been for decades been marginalized by Beijing due to reasons pertaining to ethnicity and religious backgrounds. The Chinese government in its bid to enhance peace and security in the autonomous region should have established relevant organization to address the Uighurs pleas for economic security way before the issues escalated. The issues of the Uighur mining killings could have been prevented if only the Chinese authorities took early action.
The trigger of the "war on terror" after the 911 attacks has made Muslim nations go on a defying path with the West and its allies, especially the US. The Bush Administration claiming many of the Muslim nations as "havens" for terrorist organizations has created the ongoing resentment of US policies in regards to the war on terror. This ignited "Minority Muslim Extremist" groups around the world to take advantage and to sympathize with terror organizations such as Al Qaeda. The ongoing terror fight now has escalated to a level of uncertainty as the support for these groups grows ever increasingly worldwide.
The Chinese government should now be more cautious than ever before as they are not fighting a conventional type of war. Vietnam clearly proved that a non-conventional war was the ultimatum of Vietnam's victory together with the Chinese government on America's defeat in 1975. Winning the "hearts and minds" of its people is the first lesson for Chinese authorities to endeavor in its efforts for peace and security in the autonomous Xinjiang province.
Beijing should realize that the might of its military and political means of addressing issues pertaining to its citizen's right for freedom and justice can no longer be fought with military and political agendas. The threat of terrorism is global and it is no longer international terrorism that we may need to tackle but the "lurking" and "emerging' (escalating) homegrown cells that have support from terrorist organizations operating globally.
Terrorist organizations are watching every move of the Chinese authorities on the Uighurs and will use their influence on supporting the cause of these minorities. This will give rise to "homegrown" cells to launch multiple propagandas that will have Beijing scrambling for new actions. Beside these developments, it is wise to take extreme precaution not only in China but China's investments abroad, especially in the African region where Chinese targets are more volatile for attacks.
The Chinese government may see this as a local level to address the threats and subdue minority interest of the Uighurs including local uprising from Chinese origins that are fighting for basic human rights. This will be a lost battle for Beijing as the support from terrorist organization infiltrating the Uighurs will cater for more violence using the Uighurs platform and internationally to sabotage China's investment abroad.
It is a possibility that a terrorist organization or extremist group may launch attacks on Chinese investments in Africa. An "eye for an eye" which clearly represents many Chinese philosophies will be used by terrorist organization widely operating in Africa to attack Chinese investments. There is no Chinese military or political agenda that can punish or subdue these threats from happening as they are not under the control of the Chinese government.
The cold war has long been gone and the former "cold war" countries are now engaged in a conflict not from their former adversaries but from within and with a new dimension of warfare. No "sound nation" will engage in a "world war battle" but regional disputes may happen and it will somehow be constrained to a certain geographical area. The days of "political dictatorships" are nearing and this includes developing nation's political systems of repression.
Beijing needs to readdress its political agenda with regards to religion, freedom, justice and its humanitarian reforms. Only this can, and will address the issues relating to minorities and its citizen's in China and the current Xinjiang province from falling into a terrorist platform. Beijing will not be able to use its prior force, such as the Tiananmen Square incident of 1989 to subdue these current threats. We must note that the key is always "winning the hearts and minds" in a desperate need to survive.

Ufuk TEPEBAŞ 

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Afrika gezisi kapsamında Sahra altı Afrika bölgesinde yer alan Kenya, G. Afrika, Angola, Kongo D.C., Nijerya, Liberya ve Kape Verde’yi ziyaret edecek. Söz konusu gezi kapsamındaki ülkeler, genel olarak ABD’nin Afrika politikasında öncelikli konumda bulunan ve kilit olarak adlandırılan ülkeler arasında yer almaktadırlar.

Clinton, Kenya ziyareti esnasında Somali Geçici Hükümeti’nin Başkanı Sheikh Sharif Amed ile de görüşecek, aynı zamanda ziyareti kapsamındaki ülkelerde özel sektör ve STK temsilcilerinin yanı sıra vatandaşlarla çeşitli temaslarda bulunacak. Clinton’un Afrika Turu, Obama’nın Gana gezisini daha da somutlaştıracak bir adım olarak yorumlanmaktadır.

Ziyaret programının gündemi genel olarak yatırım fırsatları, ticaret hacminin arttırılması ve ekonomik büyüme odaklı olacaktır.

ABD’nin Afrika politikası, Soğuk Savaş boyunca kıtada komünizmin sınırlandırılmasına yönelik olurken, SSCB’nin çökmesinin ardından ABD Dış Politikasındaki değişimler, Afrika kıtasında da kendisini göstermiş ve ABD’nin desteğinin sona erdiği birçok kıta ülkesinde çatışmaların ve karmaşıklıkların arttığı görülmüş; Angola, Somali, Liberya ve Kongo D. C. gibi ülkelerde etkileri günümüze dahi yansıyan olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Ayrıca Afrika’da El- Kaide ve Taliban yanlısı örgütler de bulunmakta ve söz konusu istikrarsızlıkların neticesinde kıta, küresel terörizmden ciddi biçimde zarar görmektedir.

Bill Clinton’un 1998’de Devlet Başkanlığı dönemindeki Afrika ziyareti ile aynı zamanda eşi olan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un ziyareti öncesi benzer bir takım şiddet olaylarının ortaya çıktığı görülmektedir. Bill Clinton’un söz konusu gezisini gerçekleştirdiği dönemde Hillary Clinton’un şu andaki gezisi kapsamında yer alan Kenya, Angola ve Kongo D.C.’de terör olayları ve çatışmalar görülürken, yakın dönemde Dışişleri Bakanı’nın Nijerya ziyareti öncesi ortaya çıkan çatışmaları tesadüf olarak nitelendirmek mümkün değildir.

Söz konusu dönemde kıtayı ziyaret eden Bill Clinton’un “Afrika ile Yeni Ortaklık” adı altında bölge ülkelerinin ekonomik açıdan büyümelerine yönelik yeni bir takım girişimleri yürürlüğe koyduğu görülmüştür.

Afrika ile ticari ilişkilerin temel taşı olarak bilinen Afrika Büyüme ve Fırsat Kanunu (AGOA), 18 Mayıs 2000’de imzalanarak yürürlüğe girmiştir.[1] Bugün itibariyle 48 Sahra altı Afrika ülkesinden 37’si söz konusu kanun kapsamında uygun ülkeler olarak değerlendirilmektedir.[2] Hillary Clinton da gezisi esnasında AGOA kapsamındaki ABD- Sahra altı Afrika Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Forumu’na katılacaktır.

Özellikle Bill Clinton’un başkanlığı döneminden itibaren ABD’nin başını çektiği G-8 Zirveleri’nin gündeminde de Afrika’nın sürekli olarak yer almaya başladığı görülmektedir.[3]

Bush Doktrini olarak da bilinen ve 2002 yılında kabul edilen Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde ABD Dış Politikasında Afrika’ya verilen önem açıkça görülmektedir. Söz konusu stratejiler arasında; bölgedeki kilit devletler olarak adlandırılan ve komşuları üzerinde büyük etkiye sahip G. Afrika, Nijerya, Kenya ve Etiyopya gibi bölge ülkeleriyle ve bölgesel örgütlerle küresel tehditlere karşı birlikte çalışılması yer almaktadır.[4]

ABD’nin günümüzde ithal ettiği petrolün %15’inden fazlası Afrika’dan iken, 2015 yılına kadar bu oranın %25’e ulaşması beklenmektedir.[5] Böylece, Orta Doğu petrollerine olan bağımlılığın belli ölçülerde azaltılması ve bu doğrultuda özellikle Gine Körfezi’ndeki petrol rezervlerinin kullanılması amaçlanmaktadır.[6]

AGOA kapsamında Nijerya, Angola, G. Afrika ile ticari ilişkilerin gelişiminde önemli gelişmelerin görüldüğünü ifade etmek mümkündür. Enerji kaynakları açısından son derece zengin olan söz konusu üç ülke, ABD’ye önemli oranda ihracat yapan ülkelerin başında gelmektedir.

ABD’nin dev petrol şirketlerinden Exxon Mobil ise Angola ile büyük bir anlaşma gerçekleştirirken, gelecek on yıl boyunca 25 milyar dolarlık dev bir yatırıma imza atmıştır.[7]

ABD; başta petrol olmak üzere kıtanın zengin doğal kaynaklarını kontrol etmeyi, küresel terörle mücadelesini güçlendirmeyi ve Çin’in Afrika’daki artan etkisini sınırlandırmayı amaçlamaktadır. Çünkü Çin’in kıta geneline yaymayı başardığı aktif politikaların yanı sıra Afrika’nın ürettiği petrolün her geçen gün daha fazlasını ithal etmesi, Angola, Nijerya ve Sudan gibi enerji kaynakları açısından zengin bölge ülkeleriyle güçlenen ilişkileri, ABD’nin kıtadaki çıkarları açısından ciddi bir tehdit unsuru olarak görülmektedir.[8]

Afrika ise büyük oranda ABD’nin kalkınma yardımlarına ve teknolojik açıdan teknik bilgisine ihtiyaç duymaktadır. Söz konusu yapılar, küreselleşme olarak adlandırılan içinde bulunduğumuz dönemdeki ilişkilerin ve karşılıklı çıkarların temelini oluşturmaktadır.

Obama’nın yakın dönemdeki Gana ziyaretinin ardından H. Clinton’un kapsamlı ziyaret programı, ABD’nin Afrika’da sürdürülebilir politikalar izleme ve etkinliğini daha da arttırma düşüncesinde olduğunu açıkça ortaya koyarken, Afrika’ya ilgi duyan diğer dış güçlere de önemli bir mesaj niteliği taşımaktadır.

 

[1] https://www.agoa.gov/index.html

[2] Fantu Cheru, “Africa- US Relations, Aid and Trade Policies: Shifting the Debate”, Donald Rothchild& Edmond J. Keller (Ed.), Africa- US Relations, Strategic Encounters içinde (217- 241), Lynne Rienner Publishers, 2006, s. 219

[3] Özellikle 2001 yılındaki Cenova Zirvesi, G-8 ülkeleri ile Afrika arasındaki ilişkilerde tarihi bir zirve olurken, yoksullukla mücadele kapsamında kıtaya yönelik yardımların ve yatırımların arttırılmasının yanı sıra eğitim, sağlık ve gıda güvenliği gibi konuların ele alındığı görülmüştür.

[4] National Security Doctrine of the United States, https://www.whitehouse.gov./nsc/nss.html

[5] Edmond J. Keller, “Introduction: Toward s New African Political Order”, Edmond J. Keller& Donald Rothchild (Ed.), Africa in the New International Order içinde, Lynne Rienner Publishers, 1996, s.8

[6] Ufuk Tepebaş, George W. Bush’un Afrika Gezisi ve 11 Eylül Sonrası ABD’nin Afrika’ya Yaklaşımı, 25/02/2008,www.tasam.org/index.php?altid=2192

[7] Cyril I. Obi, “Foreign Interests and Environmental Degradation”, Donald Rothchild& Edmond J. Keller (Ed.), Africa- US Relations, Strategic Encounters içinde, Lynne Rienner Publishers, 2006, s.172

[8] Julius Coles, “Africa: Americans Shouldn’t Give Up on Africa”, www.allAfrica.com, 10 March, 2008
Selma Bektaş

Kiralayıp tarıma giren de var, bitkisel yağ, salça, un gibi işlenmiş gıda açığını görüp tesis açan da. Bir kaç yıl önce Afrika pazarında iş var diyerek parça başı siparişlerle ürün gönderen birçok firma ise şimdi ya bayilik vermeye ya da mağaza açmaya hazırlanıyor. Tarım, gıda tekstil, mobilya, otomotiv ve tarım aletleri, inşaat malzemeleri, alt yapı hizmetleri ...Az gelişmiş sanayileri ve küçük ekonomileri ile küresel mali krizde büyümeye en açık 53 ülkesiyle Afrika kıtası Türk firmalarının yeni gözdesi. Dış Ticaret Müsteşarlığı'nın verilerine göre son bir yılda Afrika ülkelerine yapılan ihracatta rekor var. Artış oranları şöyle: Angola yüzde 264, Çad yüzde 160, Ekvator Ginesi yüzde 94, Madagaskar yüzde 115, Kenya yüzde 145, Mayotte yüzde 473, Somali yüzde 279 ve Zambiya yüzde 138. Geçtiğimiz yıl 8.4 milyar dolarlık ihracat getirisiyle yatırımcısının yüzünü güldüren Afrika'da Türk firmaların etkinliği giderek artıyor.

Var mı Nazo gibisi dedi
Mozambik'te bilinirliği katlandı
Var mı Nazo gibisi' reklam cıngılı ile tüm Türkiye'ye adını duyuran Nazlı Gıda, aynı reklam filmi ile Mozambik'te ün kazandı. Afrika pazarında televizyon reklamı veren bilinen tek marka olma özelliği de taşıyan Nazo, bu filmler sayesinde ülkede bilinirliliğini yüzde 80'e kadar çıkarmayı başardı. Pazarı o kadar çok önemsiyoruz ki, Mozambik halkının damak zevkine uygun mangolu toz içecekler geliştirdik diyen Nazlı Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Ethem Kurt, uzun vadede ise kahve, cips ve çikolatalı ürünlerden oluşan diğer ürün gruplarını da getirmeyi ve Mozambitk'te üretim yapmayı hedeflediklerini söyledi.
Distribütör aracılığı ile girdikleri pazara şu anda her ay bir buçuk milyon paket toz içecek gönderdiklerini anlatan Ethem Kurt, Afrika pazarında ayrıca Cezayir, Fas ve Mısır gibi ülkelerle de ilgilendiklerini Cezayir ve Fas'ta da dağıtım teşkilatı oluşturmaya çalıştıklarını söyledi. Pazarda mutlaka kendi markaları ile varolmayı düşündüklerini söyleyen Ethem Kurt, "Tersi bir taleple karşılaştığımızda 'marka yoksa satış da yok' diyoruz. Uluslararası pazarda markalaşmanın önemini biliyoruz" diye konuştu. Afrika pazarına girmeden önce iyi bir pazar araştırması yapılması gerektiğine vurgu yapan Ethem Kurt, "İş yapma biçimi, bankacılık sistemi, yaşam alışkanlıkları Türkiye'den farklı. Fakat yatırıma açık bir pazar. Kalite ve hizmetten ödün vermeden Afrika'da orta ölçekli yatırımlarla, güzel bir iş ortamı oluşturmak mümkün" diye konuştu.

Sudan'da tarımı sanayileştireceğiz
Çiftçi, inşaatçı, traktör bayii gibi farklı sektörlerde çalışan Ceyhanlı 18 işadamının 13 bin dönüm araziye kiralayarak başladığı Afrika macerası tam gaz divam ediyor. 2 yıl önce 3 milyon dolarla Sudan'da yatırıma giden Ceyhanlı girişimciler işe Sudan'da Ceyhan Medeni Company adında bir yatırım şirketi kurarak başladılar. Yatırım için belirledikleri ilk sektör ise tarım oldu. Ayçiçek üretimi ile yola koyulan şirketin yeni hedefi ise bitkisel yağ üretimine geçmek. Aralarında inşaat sektöründen de temsilcilerin bulunması nedeniyle bu alana da göz diken Ceyhanlı grup, yol, köprü, bin konutluk inşaat projesinden oluşan 150 milyon dolarlık ihalede de iddialı.
"3 milyon dolarla geldiğimiz Sudan'da karşımıza 150 milyon dolarlık iş hacmi çıktı. Burada büyük bir potansiyel var, Bugün bu pazara gelen 10 yıl sonra büyük sermayeli şirkete dönüşecek" diye konuşan Ceyhan Medeni Company Yönetimi Kurulu Başkanı Ahmet Turan Titirinli, hedeflerini büyük tuttuklarını söyledi. Sudan'da kurdukları şirketin şu anda Sudan'da tarım alanındaki tek yüzde 100 yabancı sermayeli şirket olduğunu söyleyen Titirinli, "Tarımda büyük potansiyel var. Verimli tarım topraklarına rağmen üretim yetersiz. Bitkisel yağ açığı had safhada. Bu konuda sadece Sudan değil çevre ülkelerde de açık var. Özellikle bu alana yoğunlaşacağız. Sudan'da tarımdan sanayiye geçişte önemli katkılarımız olacak" dedi. Sudan'ın Afrika Birliği'ne üye olması nedeniyle 18 Afrika ülkesine sıfır gümrüksüz ürün gönderme şansları olduğunu söyleyen Titirinli, Senegal ve Etiyopya'nın diğer önemli pazar hedefleri olduğunu söyledi.

Senegal'in unu Malatyalı işadamından

Senegal'de 3 milyon euro yatırımla un fabrikası kuran Malatyalı Mahmut Baştur'un kurduğu un fabrikası şubatın ikinci haftasında üretime geçiyor. Üretim ilk etapta yüzde 30 kapasite ile aylık 10 bin ton olarak gerçekleşecek olan tesis talebi göre kapasitesini artıracak. Türkiye'de 2 un bir de yem fabrikası bulunan Mahmut Baştur neden Afrika pazarına girdiklerini ise şöyle anlattı: "Türkiye'de her yıl pazar biraz daha daralıyor. 3 un fabrikamız vardı birini devretmek zorunda kaldık. Kalan fabrikalarda da kapasitemizi her yıl kısmak zorunda kalıyoruz. Bu yıl yüzde 30'a kadar düşürdük. Bir süredir alternatif pazar arayışı içindeydik. Afrika'ya daha önce un satıyorduk. Üretimde açığı gördük ve yatarım yaptık. Afrika arayışlarımıza cevap verecek en doğru adres" Senegal'deki un fabrikasına hammadde tedarikinin şimdilik Fransa'dan sağlandığını anlatan Baştur, önümüzdeki aylarda, fabrikanın hammaddesinin yine bu ülkede yapacakları buğday üretimi ile sağlamayı planladıklarını söyledi. Afrika pazarında her şeye ihtiyaç oyduğunu söyleyen Baştur, "Entegre üretim ile ciddi bir maliyet avantajı sağlanabilir. Bu kapsamda bir diğer hedefimiz de sentetik çuval üretimine geçmek istiyoruz" dedi. Fabrikanın, Gine, Bamako, Sierra Lone, Mali gibi Afrika ülkelerine yakın bir bölgede kurulduğunu anlatan Baştur, Senegal'in dışında bu ülkelere de ürün vermeyi hedeflediklerini belirtti.

Elvan Afrika'ya ikinci fabrikasını açıyor
Afrika pazarında yatırımlarını hızlandıran bir diğer firma da Elvan Çikolata. Pazarının potansiyelini keşfeden firma geçtiğimiz yıl açtığı Cezayir fabrikasının ardından şimdi de Mısır'a fabrika açıyor. Afrika kıtasının şu anda Avrupa ve ABD'ye göre çok daha cazip olduğunu söyleyen Elvan Gıda Genel Müdürü Hidayet Kadiroğlu, "Her iki fabrika için 15 milyon dolara yakın yatırım yaptık. Fakat pazar imkanı o kadar geniş ki yatırımlarımız karşılığını buluyor. Cezayir fabrikamız sadece bu pazar için kurulmuştu. Fakat Mısır'dan aynı zamanda Afrika Birliği'ni kapsayan diğer ülkelere de ihracat yapacağız" diye konuştu. Afrika pazarına aynı zamanda bayilik sistemi ile çalışan firmanın kıtadaki bayi sayısı 20'nin üzerine çıktı. Elvan Gıda'nın ağırlıklı olarak ihracat odaklı çalışan bir firma olduğunu söyleyen Hidayet Kadiroğlu, "şu anda 120 ülkeye ihracat yapıyoruz. Afrika pazarının ihracattaki payı giderek artıyor. Bizim için önemli bir pazar haline geldi. Bu yıl 140 milyon dolar ihracat bekliyoruz. Bu rakamın yüzde 20'si Afrika'dan gelecek" dedi.

Saray, Afrika'da yüzde 70 büyüyecek
Markasıyla şimdiden 22 Afrika ülkesinde varlık gösteren Saray Holding, pazardaki büyüme çıtasını yüksek tutuyor. Saray Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sami Özdağ, pazarda bu yıl yüzde 70 daha büyümek istediklerini söyledi. Son 5-6 yıldır Afrika pazarında iç çatışmaların minimum düzeye inhdiğini söyleyen Sami Özdağ, Sadece Türk firmalarının değil aynı zamanda Çin ve Avrupa ülkelerinin el değmemiş pazar olarak gördükleri Afrika'yı çok önemsediklerini ve özellikle de devlet bazındaki anlaşmalarla kıtada etkinlik kurmaya çalıştıklarını vurguladı. Küresel mali krizin gelişmiş ülkelere göre Afrika'da etkilerinin daha zayıf kaldığının altını çizen Özdağ, "Yatarımda ilgi odağı olduğu için dolar girişi hızla devam ediyor. Son yıllarda yer altı kaynakları başta olmak üzere tarıma elverişli alanlarda ilerleme oldu" diye konuştu. Kıtada en çok Nijerya pazarına dikkat etmek gerektiğini vurgulayan Özdağ, bu ülkenin şu anda çikolatalı ürünlere yüksek kota uyguladığını bu nedenle Nijerya'ya bu tür ürünlerin daha çok yasal olmayan yöntemlerle girdiğini söyledi.

Süvari 3 yılda 5 milyon dolar ciro bekliyor

"Avrupa pazarı doyuma ulaşmıştır" diyerek Avrupa'yı hedefi pazarların dışına çıkaran Süvari ilk etapta Kongo, Uganda, Tanzanya gibi ülkelerden parça siparişler aldı. 3 yılda Afrika'ya 1 milyon dolarlık ürün sattıklarını söyleyen Süvari Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Coşar, 3 yıl içinde satış rakamlarını 5 milyon dolara çıkaracaklarını söyledi. Tanzanya ve Uganda'dan mağaza açmaları yönünde tekliflerin geldiğini söyleyen Coşar bu tür teklifleri değerlendirdiklerini yakın bir zamanda bu planı hayata geçirmek istediklerini söyledi. Süvari olarak şu anda Afrika, Doğu Avrupa, Orta Doğu ve Rusya pazarına odaklandıklarını söyleyen Coşar, "Bu pazarlara arasında en büyük potansiyeli Afrika pazarının sunduğunu düşünüyoruz. 'Gelecek 10 yılın en büyük pazarı Afrika olacak' sözünün doğruluğuna inanıyoruz" diye konuştu. Afrika pazarı ile kurdukları ilişki sayesinde Orta Doğu pazarı olan Yemen'de geçtiğimiz yıl bir mağaza açan şirket aynı ülkede ikinci mağaza açmaya hazırlanıyor. Coşar, ilk mağazanın büyük ilgi gördüğünü ve bir yılda 500 bin dolar ciro yaptığını söyleyerek, "Bu başarı ikinci mağaza için bizi cesaretlendirdi" dedi.

Hatemoğlu'na mağaza teklifleri geliyor
Afrika pazarına 2 yıldır kendi markasıyla satış yapan Hatemoğlu da artık mağaza açma planları yapıyor. Güney Afrika, Fildişi, Mısır, Kamerun, Nijerya ve Tanzanya gibi ülkelere ürün gönderdiklerini söyleyen Hatemoğlu Yönetim Kurulu Üyesi Efsane Turan, Fildişi,Güney Afrika gibi ülkelerden mağaza teklifleri aldıklarını bunları değerlendirdiklerini söyledi. Afrikalı birçok müşterilerinin Hatemoğlu markalı ürünleri daha önceden Avrupa üzerinden satın aldığını söyleyen Turan, "Şimdi bu müşterilerimiz ürünü doğrudan bizden istiyor. Biz de buna çok sıcak bakıyoruz. Onların 'Avrupalı yıllardır burada siz neden gelmiyorsunuz' sözünü ciddi olarak önemsiyoruz. Böyle bir iş ortaklığı müşterilerimiz için maliyet avantajı bizim için de krizde pazar çeşitliliği imkanı sunacaktır" dedi.


Afrika'nın en çok bilinen markası
olan da var, üretime geçen de

  • Kenyalı bir işkadını ile bir firma Türkiye'den çimento alarak paketleme tesisi açmak üzere anlaştı. Paketlemenin ardından üretim tesisi düşünülüyor. Tamamı 400 milyon dolarlık yatırım.
  • Konyalı bir firma Tanzanya'ya çikolata ve şekerleme fabrikası açma kakarı aldı. Yatırım bedeli 500 bin euro.
  • Orta Afrikalı bir firma Paşabahçe'den 3 konteynır mal talep etti. Meltem Elektrik Fildişi Sahilleri ile trafo üniteleri kurulmak üzere anlaşma yaptı. 5 milyon dolarlık bir yatırım öngörülüyor.
  • Kütahya Porselen Burkina Faso'ya 6 konteynır ürün gönderdi.
  • Malatyalı bir işadamı Senegal'de tavuk çiftçiliği açmak için ortak görüşmeleri başlattı.
  • Teksan Kenya'ya jeneratör satışı yaptı.
  • Orkide Etiyopya'ya ayçiçek yağı satıyor.
  • Nijerliler Türkiye'den toz içecek, tarım aletleri , yaylı yatak, makarna, terlik, ayakkabı ve süt mamülleri aldı. Njierli bir işadamı araba lastiği ve jant firmasının distribütörlüğünü aldı.
  • Gineliler makarna, demir-çelik , pknik tüpü alımı gerçekleştirdi.
  • Ülker'in Biskremi Senegal'de Coca Cola'dan sonra en çok tanınan marka. (Ülker bilinmiyor ama Biskrem biliniyor)

Referans Gazetesi

TASAM Africa Institute will fill a great gap in its field and light the way for Africa's future with its researches on social, economic, political and cultural issues. (Chairman of TASAM Süleyman ŞENSOY)