Afrika Türk Dış Politikasının Yeni İlgi Alanı Oluyor 18-21 Ağustos 2008 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleşen Birinci Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi’ne 49 Afrika ülkesinden cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı yardımcısı, başbakan, başbakan yardımcısı, dışişleri bakanı ve diğer bakanlar düzeyinde katılım sağlanmış, ayrıca, 11 uluslararası ve bölgesel örgüt temsilcisi bu toplantıyı izlemiştir. Bu Zirve, Türk diplomasisinin ihmal ettiği Afrika kıtası ile ilişkilerini geliştirme yönünde 10 yıldan beri, inişler ve çıkışlarla, uygulamaya çalıştığı “Afrika’ya Açılma Politikası”nı başarılı bir şekilde sonuçlandırma aşamasını teşkil etmektedir. Türk diplomasisi, bu başarısı ile çok olumlu bir not hak etmektedir. Ancak, medyanın daha çok Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir ile ilgilendiği, Türk diplomasisi için tarihî nitelik taşıyan ve önemli sayıdaki Afrikalı liderin katılımıyla gerçekleştirilen bu buluşmanın maalesef Türk kamuoyu tarafından gereğince izlenip değerlendirilemediği görülmektedir.

Zirve sonunda kabul edilen “Ortak Bir Gelecek İçin İşbirliği ve Dayanışma” başlıklı İstanbul Deklarasyonu ve Türkiye-Afrika Ortaklığı İçin İşbirliği Çerçevesi Belgesi, Türkiye-Afrika ilişkilerinde yeni bir dönemi başlatmış bulunmaktadır. Artık Türkiye’nin Afrika ile ilişkilerinde 10 yıldan beri devam eden açılış safhası tamamlanmış, ilişkilerde işbirliği ve stratejik ortaklık dönemi başlamış bulunmaktadır. Nitekim Afrika Birliği Komisyonu Başkanı Jean Ping, 18 Ağustos’ta Zirve’nin Dışişleri Bakanları Toplantısı’ndaki konuşmasında ifade ettiği üzere, Afrika son yıllarda değişik ülkeler ve kıtalarla ilişkilerini geliştirme gayreti içinde olmuş ve küreselleşmenin getirdiği imkânlardan da yararlanılarak uygulanan bu politika çerçevesinde, Türkiye ile de işbirliği ilişkilerinin kurulması kararlaştırılmıştır. Ping, aynı ifadeleri Devlet Başkanları Zirvesi sırasında da kullanmış ve Afrika’nın Türkiye ile stratejik ve dinamik bir işbirliği yapma kararının altını çizmiş, bu kararı Türkiye’nin son yıllarda uluslararası ilişkilerde artan önemi ile irtibatlandırmıştır. Aynı şekilde, Dışişleri Bakanı Ali Babacan da, 18 Ağustos’taki Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada belirttiği üzere, Zirve, Türkiye- Afrika ilişkilerini sürdürülebilir bir işbirliği yapısına kavuşturmayı hedeflemiştir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, Zirve toplantısında 19 Ağustos’ta yaptığı konuşmada, Türkiye-Afrika işbirliğinin ve ortaklığının önemini belirtmiş, Türkiye-Afrika işbirliği anlayışımızın ortaklık düşüncesini ön plana çıkartarak “ülkelerimizin ve halklarımızın karşılıklı yararını gözetmekte ve yerel koşulları dikkate almaktadır” demiştir.

Yazının tamamını okumak için lütfen TIKLAYINIZ.

Selim NASSAR

LONDRA- “Somali, Çad, Kenya, Sudan ve Nijerya’daki krizler, Batı Afrika’daki petrol rezervinin 60 milyar varil olarak belirlenmesi sonrası, Afrika petrolünün imtiyazlarını elde etme amaçlı Çin-Amerikan-Fransız rekabetinin ortaya çıkışına bağlanıyor.”
Birçok gözlemci Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile Afrika kıtasında kabile ruhunun dirilmesinin yanı sıra, İslam dünyasında köktendinci hareketlerin ortaya çıkışının zamanlamasını birbiriyle bağlantılı kılıyor.
Bu yaklaşımın sahipleri Che Guevara ve Küba güçlerinin Angola’nın ücra köşelerine götürdüğü ve Asya, Afrika ve Ortadoğu’daki kurtuluş hareketlerine istenen ideolojik silahı veren Komünist ideolojinin bütün görüşlerinin, mezhep ve dinlerin siyasi anaokulu değerinde olduğunu ifade ediyorlar.
Dolayısıyla bu gözlemciler Marksizm’in başarısızlığının oluşturduğu büyük boşluğun üçüncü dünya içinde ilkel duyguların patlak vermesiyle kendini gösteren olumsuz tepkiler yarattığını düşünüyorlar.

İLK GÖSTERGE RUANDA KATLİAMI
Bu patlamanın ilk göstergeleri 1994 yılında Ruanda’da Hutu ile Tutsiler arasındaki kabile soykırım savaşında görüldü. Kongo’da (Kinşasa) 1996 ile 2003 yılları arasında dört milyondan fazla insanı kurban alan kanlı savaş tekrarlandı. Fakat bu trajedi, ülkeyi bölen, devleti düşüren ve savaş prenslerinin başkent Mogadişu ve diğer bölgelerdeki kontrolünü derinleştiren on yıllık şiddetli savaş sonrası Somali’deki insanlık şartlarından dikkatleri alamadı. Etiyopya güçleri, tehdit ateşi İslam Mahkemeleri kanalıyla kendisine ulaştığı için Washington’un telkiniyle müdahale etmek zorunda kaldı.
2006 yılı sonunda Somali’nin başkentinden 600 binden fazla mülteci çıkış yaptı. Birlemiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon insani yardımların boyutunu milyonlarca dolar olduğunu ve özellikle de savaş cehenneminden kaçanların sayısını 1,5 milyon olarak ifade etti. Geçici hükümet başkentin birden fazla mahallesinde nüfuzunu yayamadı. Hal böyleyken savaş prensleri farklı kent ve bölgelerde nüfuzlarını yaydılar. Keza korsanlar da bölge sularında otoritelerini yaydılar. Korsanların geçen yıl Somali’ye yardım malzemeleri taşıyan gemilere yönelik gerçekleştirdiği saldırıların sayısı otuzu aştı.
1998 yazında El Kaide unsurları Tanzanya ve Kenya’daki ABD büyükelçiliklerine bombalı saldırı düzenlemişti. Patlamalarda 12’si ABD’li görevli 224 kişi ölmüştü. Bu olaydan 4 yıl sonra El Kaide Mombasa’da (Kenya) bir İsrailli’nin sahibi olduğu otele saldırdı. Bu saldırıyı Mombasa Havaalanı’nda havalandığı sırada bir İsrail sivil uçağına yönelik füze saldırısı izledi.
Somali’den Kenya’ya karadan ve denizden geçmenin veya sızmanın kolaylığı sebebiyle El Kaide, Afrika ülkeleri arasında benzeri görülmemiş şekilde 45 yıldır istikrar yaşayan ülkede kolay hedefler keşfetti. 60’lı ve 70’li yıllar ekonomik ve turizm alanında parlak bir dönem yaşadı. İleri genel yabancı yatırımcıları ülkeye çekti. Gregory Peck, Susan Howard, Henry King ve Safari kulübü kuran William Holden gibi sinema yıldızlarını çekti. Bu kulüp, ileri gelen zenginlere ve en önemlileri ‘Klimanjaro’nun karları’ olan Afrika ile ilgili onlarca film çekimine katılan meşhur yıldızlara ev sahipliği yaptı.

EL KAİDE’YE KARŞI ABD İLGİSİ
11 Eylül saldırıları akabinde Bush yönetimi, özellikle de El Kaide Kenya, Zanzibar, Komor Adaları ve Tanzanya sahilleri etrafındaki faaliyetler zayıflamışken terörün ihraç edilmesinde Somali’nin Afganistan’ın yerini almasından endişelenerek, Afrika kıtasının doğusuna ilgisini yoğunlaştırdı.
El Kaide’nin eylemleriyle mücadele yolunda George Bush yönetimi 1800 askerden oluşan ‘Afrika kıtası gücü’ adıyla bilinen vurucu bir güç oluşturdu. Cibuti’nin bu gücün merkez üssü olarak seçilmesiyle birlikte gücün konuşlanması Somali sahillerini, Kenya ve Yemen’i kapsadı.
Keza Washington 100 milyar dolarlık yardım tahsis etti. Kenya bu paranın 10 milyonunu terörle mücadele polisi ve 14 milyonunu da İslam okullarını desteklemek için aldı. Oysa Kenya’daki Müslümanların sayısının 32 milyonluk toplam nüfus içinde üç milyon 165 bin kişiyi geçmemekte.

KENYA’DA ŞİDDETİN SEBEBİ ABD Mİ?
Kenya’daki parlak dönemi test eden bazıları, son çekişmelerin sebeplerini ABD’nin ülkenin içişlerine ve yasalarına müdahalesine bağlıyorlar. Sorumluluğu önceki başkan Moi’den demokrasinin bir parçası olarak çok partili sisteme açılmasını isteyen Bush yönetimine yüklüyorlar. Bu öneri, aralarında muhalif Odinga liderliğindeki Demokratik Turuncu Hareketi Partisi’nin de bulunduğu birçok partiyi doğurdu.
Kenya muhalif lider Odinga kendisini Nelson Mandela’nın bir kopyası olarak görüyor. Zira tutumlarından ve ilkelerinden geri adım atmaksızın dokuz yıl geçirmiş. Bu tutumlar kendisini Langasa olarak bilinen mahallelerde yaşanan fakir ve yoksul sınıfın savunucusu olarak sunduğu için demogoji yapmakla ve fırsatçılıkla suçlayan rakiplerinin yorumlarına maruz kalıyor. Bu mahallelerde kişi başı günlük gelir bir dolar. Odinga 1992’den bu yana parlamentoda bu kesimleri temsil etti ve halk desteğini önceki başkanı düşürmek ve şimdiki başkan Mwai Kibaki’nin seçilmesini desteklemek için kullandı. Muhalefet lideri, devlet başkanının hile yaparak seçimleri kazanmakla suçlamak için seçimleri kullandı. Böylelikle çatışma sokaklara taşındı. Mızrak, balta ve tırpan dahil bütün öldürme araçları kullanıldı.
Odinga’nın Kenya’nın en önemli üçüncü kabilesi Luolardan olması sebebiyle kabile çekişmesi kontrolden çıktı. Bu durum polis ve göstericiler arasında ölümlere ve yaralanmalara yol açtı. Kötüleşen güvenlik şartları BM eski sekreteri Kofi Annan’ın müdahalesini gerektirdi. Annan tartışmalı seçimler konusunda aracılık yapmaya çalıştı. Annan Doğu Afrika dışişleri bakanlarından yardım istediği vakit Odinga, Kibaki’nin içerdeki konumunu kurtarmak için dış ilişkilerini kullanmak istediğini ifade etti. Bu yüzden başkanı sıkıntıya koymak ve düşürmek umuduyla sokaklardan yardım istedi.

60 MİLYAR VARİLLİK PETROL KAPIŞMASI
Uluslararası toplum Ogaden, Somali, Çad, Kenya, Sudan ve Nijerya’da esen son krizleri, özellikle de jeolojik araştırmalar Batı Afrika’daki petrol rezervinin 60 milyar varil olarak belirlemesi sonrası Afrika petrolünün imtiyazlarını elde etme amaçlı Çin-Amerikan-Fransız rekabetinin ortaya çıkışına bağlıyor.
Araştırmalar Libya’dan başlayarak Çad, Nijerya ve Kongo’ya uzanan havzanın ABD’nin 2015 yılındaki enerji ihtiyacının dörtte birini temin edeceğini gösteriyor. Bu durum Pekin’in Afrika’dan 48 devletin ve hükümetin başkanlarını ve başbakanlarını kapsayan müstesna bir zirveye ev sahipliği yaptığı gün başlattığı kapsamlı ekonomik hamleye açıklık getiriyor.
Çin Başbakanı Jiabao, geçen ay ticaret hacminin 2010 yılında yani üç yıl sonra 100 milyar dolara ulaşacağı açıklamasını yaptı. Yani Çin ABD’nin ve Avrupa ülkelerinin Afrika ile yaptığı bütün ticaret hacmini geçmiş bulunuyor. Siyah kıtada faaliyet gösteren Çin şirketlerinin sayısı 800’ü aştı. Bu eğilim Pekin’in Güney Sudan’da petrol geliştirme hakkını kendisine veren imtiyazlar elde etmesi sonrası başladı. Sudan, Angola ve Güney Afrika’dan sonra Çin’in Afrika’daki en büyük üçüncü ticari ortağı olarak görülüyor. Bu ortaklık sadece enerji ve petrol aramayla sınırlı olmayıp ilaç ve tekstil fabrikaları yanı sıra baraj, köprü ve yol inşaatları, maden ve elektrik alanlarına taşınmakta.
Geçen yılın sonunda Çin ulusal şirketi, Darfur bölgesine paralel Kardefan bölgesinde isyancı Adalet ve Eşitlik Hareketi’nin sorumluluğunu üslendiği silahlı saldırıya maruz kalmıştı. Bildiride Pekin’in ekonomik, siyasi ve askeri olarak Ömer Beşir rejimini desteklediği ifade edildi. Bu yüzden hareket, Pekin’i Darfur’da barış karşıtı olarak görüyor.
Muhalefetin devlet başkanı İdris Debi rejimini devirmek için başlattığı silahlı saldırılar akabinde Çad’ın başkenti N’Camena’da yaşananları bu arka plan ışığında açıklamak mümkün.
Çad Başbakanı Nureddin Kumakoye, Libya’yı Sudan’la işbirliği yaparak muhalefeti silahlandırmakla suçladı. Kumakoye düzenli ordunun darbe girişimini boşa çıkardığını ve Afrika Birliği’nin kararının gecikmeli geldiğini iddia ediyor.
Bu karar ise Çad sorununun çözümünde arabulucu olması için Libya lideri Kaddafi ve Kongo Devlet Başkanı Denis Nguesso’nun tayin edilmesi. Çad Devlet Başkanı İdris Debi, anlaşmanın isyancılara meşruluk vereceği, Sudan ve Libya’nın da içişlerine müdahalede bulunmalarına göz yumacağı gerekçesiyle kararı reddetti.
Sudan, Debi’yi kabilesi Zagawa’nın yanı sıra Darfur’da isyancı Adalet ve Eşitlik Hareketi’nin baskılarına boyun eğmekle suçladı. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ise N’Camena ile Paris arasında rejimi korumak için askeri müdahalede bulunmayı öngören güvenlik anlaşması olsa bile ABD’nin Irak’ta yaptığı gibi Çad bataklığında boğulmaktan korkuyor.
Fransız ordusu iki savunma anlaşması gereği Çad’da konuşlanmış 1000 askerin yanı sıra Mirage savaş uçaklarını muhafaza ediyor. Fakat Sarkozy, kendisini müttefiki George Bush’u taklit etmekle suçlayan Fransız muhalefetinin kampanyalarına karşı koymak için AB’ye bağlı gücü tercih ediyor.
Bu ise Fransa’nın Çad’daki barışı koruma güçlerine destek vermesi veya AB’nin, kara kıta rejimlerini yakan ve Irak’taki felaketlerle tehdit eden onlarca savaşı kontrol altına almak için bölgesel güçleri konuşlandırma kararı alması durumunda, El Kaide’nin faaliyet bölgelerini genişletme hazırlığında olması anlamına geliyor.

*Londra’da yayımlanan El Hayat gazetesi, 9 Şubat 2008,

Arapçadan çeviri: Halil Çelik NTVMSNBC

TASAM Afrika Ens. Direktör Y. Ufuk Tepebaş

ABD Başkanı Bush, 15- 21 Şubat tarihleri arasında sırasıyla Benin, Tanzanya, Ruanda, Gana ve Liberya’yı kapsayan bir tura çıkarken, 2003 yılındaki gezisinin ardından ikinci kez kıtayı ziyaret etti.[1] Söz konusu ülkeler, Bush yönetimi tarafından gerek demokrasiyi gerekse ABD’nin yardımlarını başarıyla uygulayan ülkeler olarak kabul edilmektedirler.

Bush’un gerçekleştirdiği Afrika gezisi, bir çok otorite tarafından ABD’nin artık kıtaya yönelik devamlı ve sürdürülebilir politikalar izleme düşüncesinde olduğu yönünde değerlendirilmektedir. Eski Başkan Bill Clinton’un iktidarı döneminde önem kazanmaya başlayan söz konusu politikalar, George Bush’un iktidarı döneminde daha fazla uygulamaya yönelik olmuştur.

Bill Clinton döneminde “Afrika’yla Yeni Ortaklık” adı altında kıtaya yönelik aktif politikalar izlenirken, ekonomik kalkınma, demokrasi, insan haklarına saygı, çatışmaların önlenmesinin ve çözümlenmesinin teşvik edilmesi, terör ve uluslararası suçlar gibi güvenlik tehditlerine yönelik işbirliği çabaları, ABD’nin Afrika politikasının gündem maddelerini oluşturuyordu.[2]

1957 yılında Richard Nixon’un başkan yardımcısı olduğu dönemde 22 günlük Afrika kıtası seyahatinin dönüşünde Başkan Dwight D. Eisenhower’a Dışişleri Bakanlığı içinde ayrı bir Afrika Dairesi kurulması yönündeki teklifi,[3] ABD’nin daha çok Afrika kıtasında SSCB’nin etkinliğinin kısıtlanması yönünde olurken, günümüzde Afrika kıtası gerek siyasi gerekse ekonomik açıdan küresel rekabette daha büyük önem arz etmektedir.

1789’dan bu yana kıtayla ilişkileri bulunan ABD’nin dış politikası açısından Afrika hiçbir zaman bu politikaların merkezinde olmamış ve uzun bir dönem Afrika ülkelerine üst düzey resmi ziyaretler görülmemiştir. Ancak Clinton döneminde ABD’nin kıtaya yönelik politikaları, George W. Bush’un iki dönemlik iktidarı döneminde daha fazla ivme kazanmıştır.

ABD Kongresi, Clinton’un başkanlığı döneminde 18 Mayıs 2000’de Afrika’yla ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi için bölgeye yardım yapılmasını öngören “Afrika Kalkınma ve Fırsat Kanunu”nu (AGOA) kabul etmiştir. Bugün itibariyle 48 Sahra altı Afrika ülkesinden 37’si söz konusu kanun kapsamında uygun ülkeler olarak değerlendirilmektedir.[4]

Bush Doktrini olarak da bilinen ve 2002 yılında kabul edilen Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde Afrika’nın ABD Dış Politikasında daha büyük önem arz etmeye başladığı görülmektedir. Doktrinde; Afrika’daki hastalıkların, savaşların ve ciddi boyutlara varan yoksulluğun, küresel barış ve istikrarın önünde ciddi birer tehdit olduğu belirtilirken, kıtada özgürlük ve barış ortamının tesis edilmesinin yanı sıra refahın sağlanmasının, ABD’nin prensipleri ve çıkarlarıyla da örtüştüğü ifade edilmektedir.  Bush yönetimi, 11 Eylül sonrası küresel terörle mücadeleyi stratejik öncelik olarak belirlerken, bu konuda Afrika kıtasında barış ve refahın tesisi için çalışacaklarını belirtmiştir. ABD, buna yönelik olarak 2002’de bölge ülkelerine terörle mücadelelerinde kapasitelerinin arttırılması amacıyla yardım yapılmasına karar verirken, merkezi Cibuti’de bulunan “ Ortak Özel Görev Kuvveti- Afrika Boynuzu” (CJIF- HOA) oluşturuldu.[5]

ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde kıtaya yönelik üç temel stratejiye odaklanılacağı belirtilmekte ve söz konusu stratejiler;
-         Bölgedeki kilit devletler olarak adlandırılan ve komşuları üzerinde büyük etkiye sahip G. Afrika, Nijerya, Kenya ve Etiyopya gibi bölge ülkeleriyle küresel tehitlere karşı birlikte çalışılması,
-         Süregelen çatışmalara arabuluculuk yapılması ve başarılı barış operasyonları için Avrupalı müttefiklerle ve uluslararası kuruluşlarla koordinasyon,
-         İyi yönetimin teşviki, ekonomik, sağlık ve eğitim alanında reformların hızla uygulanması şeklinde sıralanmaktadır.[6]

Afrika’yla yapıcı ve karşılıklı kazanımlara dayalı ilişkilerin tesis edilmesi, Afrika menşeyli ürünlerin tamamına yakınının ABD piyasalarına girişi, bölgedeki ABD yatırımlarının arttırılması, Dünya Ticaret Örgütü’ndeki müzakerelerde kıtaya yönelik kalkınma yardımlarının arttırılması[7] ve bu yardımların özellikle HIV/AIDS gibi hastalıklara odaklanması, Afrika’nın kalan tüm borçlarının iptal edilmesi gerektiği yönündeki hususların gerekliliğine dikkat çekilmektedir.

Bush, Afrika gezisi öncesi 5 Şubat tarihinde yayınladığı bildiride; kıtanın gelişimi açısından Afrika Birliği’ne olan güvenini ifade ederken, Birlik dönem başkanlığını devralan Tanzanya Devlet Başkanı Jakaya Kikwete ve Birlik Komisyonu Başkanı seçilen Gana Dışişleri Bakanı Jean Ping’i tebrik ederek, bu liderlerin Afrika insanına hizmette bulunmaya devam edeceklerini belirtti. Afrika kıtasının son dönemde oldukça önemli bir süreçte bulunduğuna, ekonomik büyüme açısından tarihteki en yüksek artış oranlarının yakalandığına, birçok ülkede demokrasinin sağlam temeller üzerine oturmaya ve çeşitli hastalıklarla mücadele çabalarının olumlu sonuçlar vermeye başladığını ifade etti. Buna karşın çözüm bekleyen bazı sorunların varlığına da işaret eden Bush, Darfur’daki soykırımın sona ermesi, Kenya’daki barış ve istikrarın tesisi, Zimbabveli vatandaşların özgürlüklerini kazanmaları gerektiğini, ABD’nin Afrika Birliği’yle işbirliği içerisinde kıtanın daha iyi bir geleceğe ulaşması için çaba göstereceğini belirtti.[8]

George Bush’un gezisinin ana gündem maddeleri sağlık ve eğitim konularına yönelik olurken, Bush, bu doğrultuda eğitim kurumlarını ziyaret ederek, yakın zamanda uygulamaya konulan toplumsal projeler hakkında bilgi aldı. HIV/AIDS, Sıtma ve diğer bulaşıcı hastalıklarla mücadele kapsamında söz konusu ülkelerde başlatılan kapsamlı kampanyalar ise gündemin diğer ana maddesini oluşturdu.

ABD, HIV/AIDS, Sıtma ve Verem’le ilgili küresel fona en çok katkıda bulunan ülkedir. ABD, bu doğrultuda söz konusu fona 3,5 milyar doların üzerinde katkıda bulunacağına dair taahütte bulunurken, 2001’den bu yana 2,5 milyar doların üzerinde katkı sağladığı görülmektedir.[9] Benzer çabalar,  Bill Clinton’un iktidarı döneminde önem arz etmiştir. Bu doğrultuda Clinton “Küresel AIDS ve Sıtma ile Mücadele Kanunu”nu onaylamıştır.

Bush, salgın hastalıkların önlenmesi amacıyla 15 milyar dolarlık yardım paketini onaylarken, ABD Kongresi “Millenium Challenge Account- MCA” adı verilen yeni girişimlerle refah seviyesinin yükseltilmesi ve salgın hastalıklarla mücadele için global bir fon oluşturarak ve bu fona 1 milyar dolarlık katkı sağlamıştır. ABD Yönetiminin istatistiklerine göre, Başkanın Acil Planı için AIDS’in Azaltılması’na (PEPFAR) yönelik olarak 1,4 milyon insan için anti-retroviral ilaçlar[10] temin edilmiştir. Ayrıca Bush, PEPFAR’a destek amacıyla beş yıllık bir periyot için Kongre’den 30 milyar dolarlık ek bütçe talep ederken, 8 yılda Afrika’nın temel eğitimine destek sağlamak amacıyla da kıtaya 600 milyon dolar yardımda bulundu. Bush’un gezisinde Tanzanya’ya 698 milyon dolarlık hibe şeklinde ciddi miktarda da bir yardım gerçekleşti. Bu miktarın; ulaşım, enerji ve altyapıya ilişkin projelere tahsis edilmesi öngörülmektedir.

Ziyaret gündeminin dışında Tanzanya ve Ruanda’nın Darfur bölgesindeki BM Barış Gücü’ne verdikleri destekler ele alınırken, söz konusu destek çabalarının, bölgedeki soykırımın tamamen sona erene kadar devam ettirilmesi konusunda çeşitli askeri birliklerin bölgede konuşlandırılmaları gerektiği vurgulandı.[11] Söz konusu askeri birliklerin eğitimleri, teçhizat ve diğer harcamalar da ABD tarafından finanse edilmektedir. ABD, bu şekilde Tanzanya ve Ruanda üzerinden Darfur konusunda Çin’in son dönemde uyguladığı politikaları da dengeleme amacındadır.

Gündem dışında ele alındığı tahmin edilen bir diğer konu ise ABD Afrika Komutanlığı (AFRICOM) oldu.[12] AFRICOM, kıtadaki barış güçlerinin eğitim programından sorumlu olacaktır. Beyaz Saray’ın ulusal güvenlik danışmanı Stephen Hardly “Bush’un gezisinde AFRICOM’un da ele alınacağını tahmin ediyorum ancak bu noktada konuya ilişkin açıklama yapılacağını sanmıyorum” şeklinde bir beyanat verdi.[13]

ABD, 19 ülkede 44.000’in üzerinde personele askeri eğitim vermekte ve Afrikalı personelin %80’den fazlası da ABD tarafından eğitilmekte ve bu personel Afrika Birliği ile BM’nin Barışı Koruma Misyonları’nda görev almaktadır.[14] Şubat 2007’de kurulan komutanlık, 2008 yılı içinde faaliyetlerine başlayarak Afrika’yla işbirliğinin güçlendirilmesini, kıtada belirli bölgeleri kontrolleri altında tutan gruplar ve teröristler nedeniyle askeri hakimiyetin kurulmasını ve Çin’in kıtada artan etkinliğinin sınırlandırılmasını amaçlamaktadır. Gezi öncesinde ortaya atılan bir diğer iddia ise ABD’nin yaptığı altyapı ve sağlık konusuna ilişkin yardımların karşılığında Çin’den alınan yardımların kesilmesini talep edeceği oldu. Çin, AB ve ABD’nin ardından Afrika’nın üçüncü büyük dış ticaret partneridir. Ancak son dönemde Çin’in Afrika’yla olan ticaretteki payını yüksek oranlarda arttırırken, AB ve ABD’nin oranlarında ise ciddi düşüşler gözlenmektedir.[15]

ABD’nin Afrika politikasının temel amaçlarını; başta petrol olmak üzere kıtanın sahip olduğu zengin doğal kaynakların kontrolü, küresel terörle mücadele ve Çin’in Afrika’da artan etkisinin dengelenmesi şeklinde sıralamak mümkündür. Buna karşın Afrika’nın da ABD’nin kalkınma yardımlarına, teknolojik alandaki teknik bilgisine ve değerlerine ihtiyacı bulunmaktadır.

ABD, Afrika’nın petrollerinin bir numaralı müşterisi konumundadır ve 2015 yılına kadar bu oranı %25’e çıkartarak Orta Doğu petrollerine olan bağımlılığını belli ölçüde azaltmayı planlamakta ve bu doğrultuda özellikle Gine Körfezi’ndeki petrol rezervlerinin kullanılmasını amaçlamaktadır.

Çin Halk Cumhuriyeti’nin yakın dönemde Afrika kıtasında yapmış olduğu gözle görülür atılımlar, aslında yalnızca ABD tarafından değil, kıta üzerinde önemli çıkarları bulunan AB, Rusya ve Japonya gibi uluslararası sistemin önde gelen güçleri tarafından da dikkatle izlenmekte ve Çin ile Afrika arasındaki bu yakınlaşmanın uluslararası dengeleri, kendileri açısından olumsuz etkileyeceği konusunda endişeye sevketmektedir. Afrika’nın son dönemde genel ekonomik faaliyetlerindeki ortalama %5’lik artışta Çin ve Hindistan’ın bu kıtadaki hammadde arayışlarının rolü son derece önemlidir. Daha da önemlisi Asya’dan Afrika’ya yönelik ticaret ve doğrudan yabancı yatırımlar son on yıllık süreçte sürekli olarak artış göstermektedir.[16]

Öte yandan Çin, Afrika petrolünün ABD’den sonraki en büyük müşterisi konumundadır. 2006’da Çin’in ithal ettiği petrol miktarının üçte biri Afrika kıtasındandır ve bu oran her geçen yıl önemli artışlar göstermektedir. Çin’in enerji konusunda Angola, Kenya, Nijerya ve Zimbabve’yle yakın ilişkileri bulunmakta ve son dönemde Darfur Sorunu gibi bölgesel sorunlara müdahil olması, ABD ve AB’nin gözünden kaçmamaktadır. Çin’in Afrika’ya yönelik ilgisini yalnızca petrolle sınırlandırmak mümkün değildir. Afrika, Çin açısından son derece önemli bir pazar olarak görülmektedir. 2006’da Pekin’de gerçekleştirilen Çin- Afrika İşbirliği Forumu ve 2007’de Çin Devlet Başkanı Hu Jintao’nun sekiz Afrika ülkesini kapsayan gezisi ve Afrika’yla büyük oranlarda artan dış ticaret ve kalkınma yardımları, ABD’nin uluslararası sistemdeki etkinliği açısından Afrika’da daha aktif politikalar izlemesini zorunlu kılmaktadır.

Bush Yönetiminin kıtada izlediği politikalar, ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne dayandırılmaktadır. Bu temel amaç doğrultusunda ABD, kendi kontrolünde bir ittifak sistemi oluşturmak istemekte ancak diğer dış güçlerin de kendi ulusal çıkarlarına yönelik olarak kıta ülkeleri üzerinde izledikleri politikalar, belirli ülkelerde istikrarsızlığı arttırmakta, kıtanın hassas dengeler üzerinde bulunması ve bölgesel konjonktürün de çatışmalara müsait olması, Afrika ülkelerinin tarihsel süreçten dersler çıkartarak dikkatle ve kararlılıkla hareket etmelerini gerektirmektedir. 


Dipnotlar:
[1] ABD Başkanı George W. Bush’un 2003 yılındaki Afrika gezisi Senegal, G. Afrika, Bostvana, Uganda ve Nijerya’yı kapsamıştı.
[2] Haziran 1994’de ABD Kongresi tarafından 1. Beyaz Saray Afrika Konferansı, 1998’de Clinton’un Afrika ziyareti gerçekleşirken, aynı yıl ABD’nin Kenya ve Tanzanya’daki elçiliklerinin bombalanması sonucu 253 insan yaşamını yitirdi.
[3] Africa- US Relations, Strategic Encounters, Edited by Donald Rothchild and Edmond J. Keller, Lynne Rienner Publishers, 2006, s.3
[4] Africa- US Relations, Aid and Trade Policies: Shifting the Debate, Fantu Cheru, Lynne Rienner Publishers, 2006, s. 219
[5] ABD’nin bu askeri üste 1800’ün üzerinde askeri bulunmaktadır.
[6] National Security Doctrine of the United States, https://www.whitehouse.gov./nsc/nss.html
[7] Dünya Ticaret Örgütü’ndeki 147 üye ülkeden 40’ı Afrika ülkesidir ve ABD’nin Çin Halk Cumhuriyeti’yle rekabetinde de oldukça büyük önem arz etmektedir.
[8] https://www.whitehouse.gov./infocus/africa/
[9] www.africom.mil/getArticle.asp?art=1643
[10] HIV virüsünün vücutta çoğalmasını ve etkinleşmesini engelleyen ilaçlar.
[11] www.whitehouse.gov/infocus/africa/trip2008
[12] Komutanlığın merkezi ise Almanya’nın Ştutgart şehrinde bulunmaktadır.
[13] www.africom.mil/getArticle.asp?art=1643
[14] www.africom.mil/getArticle.asp?art=1643
[15] ABD’nin ekonomik ilişkilerinin en yoğun olduğu bölge ülkeleri %45,3’lük payla Nijerya, %16,6 ile G. Afrika Cumhuriyeti ve %12,6 ile Angola’dır. Buna karşın Sahra altı Afrika bölgesinin diğer ülkeleriyle olan ticaret hacmi ise oldukça sınırlıdır. Öte yandan Avrupa, Afrika’nın temel ticari partneri konumunu devam ettirse de 1995 yılında %44 olan ticaret payı, 2005’de %32’ye kadar gerilemiştir.
[16] Economic Report on Africa 2007, Accelerating Africa’s Development through Diversification, UN Economic Commission for Africa 2007, s. 26
Prof. Dr. Bülent Aras

Lagos bütün keşmekeşi ve kalabalıklığıyla karşılıyor sizi. Trafikteki araçlar kornalarla kendilerine yol açıyor ve karşılıklı tehdide dayalı bir düzen tesis ediyorlar. Araçlarla insanlar arasında nerdeyse hiç mesafe yok, içinde bulunduğumuz minibüsün camından telefon kartları, harita, vs. uzatıyorlar satmak için.

İnsanlara bakınca siyahın aydınlık olduğunu fark ediyorum ilk kez. Genç bir kız yalın ayaklarıyla yol kenarında dikilip nasırlaşmış elleriyle ananas soyuyor. Bazen el arabasında, bazen de kafalarının üzerindeki büyük tepsilerde su, meşrubat satıyorlar.

Camdan "batura" diye bağırıyor birisi, geri kalanını anlamıyorum. "Beyaz adam" demekmiş batura... İlginç, kendimi beyaz hissetmiyor, burada gördüğüm insanlarla aynı renkte hissediyorum. "Batura" kelimesi, orijin itibarıyla sanki "Türk gibi" demek.

İngilizler 1960’lı yıların başında ülkeden ayrılmış ve koloni sonrası dönem bütün emareleri ile hala yaşanıyor. Havsalar, Arobalar, İbolar ve diğer toplulukların her biri kendilerini özgün etnik unsurlar olarak görmekte ve farklılıklarını vurgulamaktalar.

Federal yapı ve yerinden yönetim kabileden ulusa evrilemeyen bir ülkede en mantıklı çözüm. Sayıları 40’a yaklaşan federal yapıların her biri kendilerine özgü sistemler belirlemişler. Federal yönetimler geniş haklara sahipler. Örneğin yargı tamamen yerel yönetimlerin elinde.

Ancak Nijer Deltası boyunca yer alan petrol, doğal gaz ve madencilik faaliyetleri tamamen üst federal yapının denetiminde. Özellikle Amerikan petrol devleri bu kaynakların işletme hakkını ve güvenlikleri gibi konuları, üst yönetimle halletmekte.

Lagos’un bütün büyük şehirler gibi bir çok yüzü var. Avrupa şehirlerini andıran caddeler ile insanların bataklıklar üzerinde yaşadığı yerler aynı şehir içinde. OPEC içerisinde yer alan büyük petrol üreticisi ülke böyle olmamalı diyorsunuz yer yer.

Yabancılara karşı ilgililer, yakınınıza kadar sokuluyorlar. Beraber yürüyor, konuşuyorlar. Bir beklentileri yada kötü niyetleri olmadığını anlıyorsunuz. Lagos’taki Türk okulundan öğretmenlerle tanışıyorum.

Etrafta Türkçe konuşan Nijeryalı kız, erkek öğrenciler. Altı yıllık bir geçmişe sahip bu okullar epey başarıya imza atmışlar. Abuja, Kaduna ve Kano’da aynı okullardan var.

Türk ve yerli hocalarla eğitim veriyorlar. Batı Afrika ile Türkiye arasında bir bağ kuruyorlar. Nijeryalıları seviyorlar, burada Türkleri sevdiriyorlar.

Kuzeye doğru yol alıyoruz. Abuja ülkenin başkenti. Uçaktan çıkıp bir otele yerleşiyorum. Eski başkent Lagos ile karşılaştırıldığında modern ve temiz bir şehir Abuja. Kaduna ve Kano’ya gidiyoruz.

Burada Ado Bayero üniversitesi yöneticileri ve hocaları ile sohbete bunaltıcı sıcak ve nem engel olamıyor . Üniversite binaları eski ve bakıma muhtaç. Sosyal bilimlerin değişik alanlarındaki öğretim üyeleri ortak projeler ve Türkiye’deki araştırma altyapısından internet üzerinden nasıl yararlanacaklarını soruyorlar. Bu ülkedeki sınırlı ve hız problemi olan internet altyapısı bu işbirliğine ne kadar izin verir diye konuşuyoruz.

Kuzeye çıktıkça gelişmişlik düzeyi düşüyor. Kano’da koku, çöp ve karmaşaya karşı sabrımı test ettiğim bir pazar yerini geziyorum. Yolun karşısında Amerikan petrol devi şirketlerin isimlerinin yazılı olduğu tabelalar var.

Kafasının üzerinde 50 kiloluk yük taşıyan Nijeryalı kadın için, "ne ifade ediyor bu petrol devleri" diye düşünüyorum. Yüksek fiyatlar söyleyip sonra pazarlık yapıyorlar.

Otellerdeki küçük mağazalar dışında düzgün bir alışveriş yeri bulmak imkansız. Deri ve süs eşyaları dışında satın alacak pek bir şey yok. Kötü işçiliği ve özensizliği tolere edebilmeniz lazım.

Nijerya’nın içerisinde gezdikçe kaotik sis perdesi aralanıyor, kaos içerisindeki düzeni fark ediyorsunuz. Petrol üreten, 130 milyonluk, yüzölçümü Türkiye’nin bir buçuk katı büyüklükteki Batı Afrika da, halkı, İngilizce konuşan bir devlet.

Nüfus yarı yarıya Müslüman ve Hıristiyan. Kuzeyde Müslümanlar, güneyde Hıristiyanlar çoğunlukta. Devlet Başkanı Obasanjo az gelişmiş ülkelerin işbirliğini teşvik eden bir lider. Geçtiğimiz günlerde yapılan Afrika-Asya ülkeleri zirvesinde bu düşüncesini ortaya koydu.

Nijerya BM Güvenlik Konseyi geçici üyeleri arasında yer almak istiyor. Afrika içerinde uluslararası örgütlere üye. General Obasanjo’nun çabaları birçok diğer Afrika ülkesi tarafından destekleniyor.

Arap olmayan petrol üreticisi ülkelerde kendi çıkarlarına uygun enerji güvenliği politikaları izleyen ABD yönetimi için Nijerya önemli ve kendi başına bırakılamayacak bir ülke.

Seyahate çıkmak heyecan verir. Kendini aşmanın, sınırları zorlamanın heyecanı. Geri dönüş ise hüzünlüdür. Özleyeceklerin, yaptıkların yada yapamadıklarından ötürü...Yol arkadaşlarımdan birisi ne kadar çok hediyelik eşya aldı. Gördüğü her şeyi yanında taşımak ister gibi.

Ben hissettiklerimi fotoğraf karelerinde resmetmeye çalışıyorum. Ama nafile, olmuyor. Nijerya’da bir haftayı geride bırakıyor, Kano’dan Lagos’a ve oradan da Dubai üzerinden İstanbul’a gelmek üzere ayrılıyorum.

Gözlerimi kapatınca ziyaret ettiğimiz Kano emirinin yüzü canlanıyor hayalimde her nedense. Tek parça yukarıdan aşağı kıyafeti, yüzünü örten peçe benzeri örtü ve elinde tuttuğu mızrağıyla. Siyahın güzel olduğu, artık benim için beylik bir laf değil. İstanbul’a kadar süren uzun yolculuğum boyunca bildiğim bütün güzel şeylerin yarısını siyaha boyuyorum.

TASAM Africa Institute will fill a great gap in its field and light the way for Africa's future with its researches on social, economic, political and cultural issues. (Chairman of TASAM Süleyman ŞENSOY)