Doç.Dr. Ahmet Kavas

Sömürgecilik sonrasında ortaya çıkan Afrika ülkeleri, bağımsızlıklarını yaşatabilme adına çoğu sosyalist çizgide birtakım yeni istikametlere yöneldiler veya bilinçli bir şekilde yeni sömürgecilik adına eski idarecileri tarafından yöneltildiler. İlk yıllarda ihtiyaç duydukları en önemli husus istikrardı ve İngiliz sömürgeleri içinde Kenya, bu anlamda örnek olarak gösteriliyordu. Kıtanın hemen hemen her tarafında sıkça rastlanan ve çok kan dökülmesine sebep olan askerî darbeler ve iç karışıklıklar bu ülkede daha az zararla atlatılıyordu. Her ne kadar 1982 yılında burada da bir askerî darbeye teşebbüs edilmişse de başarısız olmuştu. Afrika’nın modern döneminde şekillenen yeni ülkelerinden birisi de Kenya oldu. İlk iki devlet başkanının tek parti iktidarıyla yönettikleri Kenya, Doğu Afrika bölgesinde Avrupalı devletler için hemen hemen her alanda bir üs olarak kullanılmaktaydı. Haliyle yıllar boyunca burada sağlanan istikrar, bir taraftan kendilerini, diğer taraftan da Afrika’nın Büyük Göller bölgesini yakından ilgilendiriyordu. Dünyanın farklı ülkelerinden getirilen başta petrol ürünleri olmak üzere bütün ticarî mallar Mombasa Limanı’na indirilmektedir. Buradan Kenya’nın iç bölgeleri yanında özellikle Güney Sudan, Uganda, Ruanda, Burundi ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin doğusuna sevkiyat yapılıyor. Buna karşılık bu ülkelerde mevcut yeraltı ve yerüstü kaynakları ve üretilen çay, şekerkamışı, muz gibi ürünler de karayoluyla Mombasa Limanı’na getiriliyor ve buradan dünya pazarlarına gönderiliyor. Kendi topraklarında fazla yeraltı madenleri olmamakla birlikte, bulunduğu coğrafyanın ulaşım ağının başlangıç noktasında olması, Kenya’yı vazgeçilmez bir konuma getiriyor ve her ne pahasına olursa olsun istikrarını muhafaza etmesi bir zorunluluktur. Belki de istikrarın devamı için ülkenin içine düştüğü pek çok sıkıntı görülmedi veya üzeri kapatıldı.

İngilizlerin mirası

Bağımsızlıktan itibaren aradan geçen 40 yıl boyunca özellikle siyaset başta olmak üzere belli alanlarda ülke iyice bozulmuş ve 2002 seçimlerinde en çok bu konular üzerine vurgu yapılmıştı. Ekonominin durumu da oldukça kötüydü. Büyük hamleler için ilk adımlar atıldı. 2003 yılında % 3 olan kalkınma hızı, 2006 yılında % 6,1’e çıkarken 2007 yılında da % 6,7 seviyesinde olması bekleniyordu. Son yıllarda turizm gelirleri de yıllık 600 milyon Euro sınırına çıkmıştı (2007’de 562 milyon Euro). Geleneksel olarak ihraca yönelik çay üreticiliği yanında son yıllarda Avrupa Birliği ülkelerine en fazla kesilmiş çiçek ihraç eden ülke oldu. Yaklaşık 200 kadar uluslararası insanî yardım kuruluşunun Doğu Afrika’daki temsilciliklerinin merkezleri bu ülkede açıldı. Başkent Nairobi, son birkaç yıl içerisinde adeta bir şantiyeye döndü ve ciddi bir kalkınma hamlesi yakalandı. Devlet Başkanı Kibaki’nin iş çevreleriyle arası oldukça iyi idi ve 2007 seçimlerinde de onların desteğine güveniyordu.

Bütün bu olumlu gelişmeler, 2007 seçimlerinin sonuçları açıklandığı anda birden tersine dönüverdi. Aslında Kenya’nın öyle zannedildiği gibi bir istikrar ülkesi olmadığı görüldü. 2002 yılında çürüyen devlet yönetimi anlayışını düzelteceği vaadiyle iktidara gelen Kibaki, her şeyden önce ülkedeki olumlu gelişmelerden daha ziyade kendi etnik grubu olan Kikuyuları yararlandırdı. Afrika’da sıkça rastlanan akraba kayırıcılığı siyasetini o da devam ettirdi. Diğer 40’a yakın etnik grup, özellikle de Odinga’nın ait olduğu Luolar ise devlet mekanizmasından iyice dışlandılar. Mombasa’yı Kenya’nın çevresindeki ülkelere bağlayan karayolu, 10 yıldır süren çalışmalara rağmen bir türlü bitirilemediği için ulaşımda büyük aksaklıklara sebep oluyordu. Son yılların en önemli ihraç ürünü olan çiçek ihracatı için gerekli yağmurların yağmaması ve başta Etiyopya olmak üzere başka ülkelerin de çiçek ihracatına ağırlık vermeleriyle birlikte büyük bir düşüş yaşadı. Kibaki’yi destekleyen zenginlerin ve orta sınıfın gelir seviyesi ile alt tabakanın kazançları arasındaki fark, dünyada benzeri olmayan bir seviyeye ulaştı. Zenginler aşırı derecede gelirlerini artırırken fakirlerin alım gücü daha da düşüyordu. Ülkenin brüt iç üretiminin % 20’sini oluşturan ziraat alanları nüfusun % 75’inin geçmiş kaynağını oluşturuyor. Bütün bunlar Odinga’nın "fakirlerin adayı" sloganıyla öne çıkmasına fırsat verdi.

Sekizinci yüzyıldan itibaren Müslümanların gelip yerleştikleri Kenya sahilleri, asırlar içinde birer medeniyet merkezine dönüştü. Ülkenin iç kısımlarında ise daha sonraki dönemlerde Afrika’nın batısından ve güneyinden gelen Bantu ile kuzeyinden elen Nilotik soylu yerliler kalabalık kitleleri oluşturdu. Müslümanlar ile bunların arasında asırlarca sınırlı bir münasebet vardı. 19. yüzyılda misyonerlik faaliyetleri çerçevesinde Alman, İngiliz, Fransız, İtalyan, Belçikalı misyonerler Doğu Afrika’nın iç bölgelerinde Hıristiyanlığı yaymaya başladılar. Müslümanlar da aynı dönemde yerlilere daha fazla yakınlık gösterip Müslümanlaşmaları için gayret ettiler.

1900’lerin başında Kenya topraklarının İngiliz sömürgesi olmasıyla birlikte Müslümanlar büyük engellerle karşılaşmaya başladılar. Buna karşılık Hıristiyanlık yavaş yavaş yayılma gösterdi. Bugün ülke nüfusunun % 80 civarında bir kısmının Hıristiyan, % 10 civarında bir kısmının ise Müslüman, geriye kalanların da yerli dinlere inandıkları ifade edilmektedir. Gerçi Müslümanlar bu oranları kabullenmiyorlar ve kendi oranlarının % 20 ile % 40 civarında olduğunu ifade ediyorlar. Kendisi Katolik olan mevcut devlet başkanı Mwai Kibaki, 2007 seçimlerinde Müslümanların desteğini alabilmek için özellikle iki yıldır birtakım girişimlerde bulundu. Bugüne kadar Kenya Yüksek İslam Konseyi (Spreme Council of Kenyan Muslims-SUPKEM) ile yakın irtibatını devamlı sürdürerek onların daima desteğini gördü. Ülkede ilk defa 2006 yılında faizsiz bankacılığa müsaade etti. Jomo Kenyatta ülkedeki resmî tatiller arasına sadece Ramazan Bayramı’nı almış, Kurban Bayramı’nı ise Müslümanlar için tatil yapmıştı. İlk defa bu seçimler öncesinde 6 Kasım günü Kurban Bayramı’nın da diğer resmî tatiller arasına alındığı ilan edildi. Ayrıca Kibaki 2007 seçimlerini kazanacak olursa devletin bazı önemli kadrolarına Müslümanları tayin edeceği vaadiyle propaganda yaptı. Ne var ki, onun 11 Eylül 2001’deki Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırıların ardından ABD’nin Afrika’da başlattığı yeni müttefikler arayışında ilk destek veren ülkelerden olması, Müslümanların çoğunun ona cephe almasına sebep oldu. Suçları henüz tespit edilmemiş olan bazı Müslüman gençleri Guantanamo üssüne göndermesi bu dine inananları aleyhine çevirdi.

2002 seçimleri sonrasında bir müddet Kibaki’nin kurduğu hükümette bakanlık yapan ve Kenya Anglikan Kilisesi’ne bağlı olan Raila Odinga, din konusunda büyük bir tartışmayı başlattı. İngiliz sömürgeciliği günlerinden itibaren dışlanan Müslümanlar, özellikle 2001’den sonra kendi ülkelerinde birer terörist gibi algılanmışlar ve bunda Kibaki’nin katkısı büyüktü ve Odinga bunu propagandası esnasında kullanarak Müslümanlarla ülkenin diğer insanları arasında ayrım yapmayacağını, kazandığı takdirde devlet radyosundan Hıristiyanlık yayınlarını kaldıracağını bildirdi. Hatta bu seçimler için iki konuda çok net tavır koydu. Birincisi, zor şartlarda yaşayan fakir Kenya halkının bugüne kadar yenen haklarını geri almak, ikincisi ise İngiliz sömürgeciliğinin başladığı dönemden bugüne kadar toplumun dışına itilen Müslümanları kendi etrafında toplamaktı. Aslında o, sadece Müslümanları yanına çekmemiş, bilakis Kikuyu etnik grubu hariç pek çok etnik grubun desteğini de almıştı. Raila Odinga’nın Kenya Müslümanları Yüksek Konseyi-SUPKEM’e muhalif İslamî gruplardan Milli Liderler Formu (National Leaders Forum-NAMLEF) başkanı Şeyh Abdullah Abdi ile 29 Ağustos 2007’de bir anlaşma imzalaması (Memorandum of Understanding-MOU) Kenya seçimleri öncesinde ülkedeki diğer din mensuplarının aşırı tepkisiyle karşılaştı. Hatta SUPKEM de tepki gösterenler arasındaydı. Anlaşmaya göre Kenya’nın sahil bölgesi ve kuzeydoğu bölgelerinde şer’î mahkemeler kurulması öngörülüyordu. Yine Müslümanların yaşadığı bölgelerde alkol yasağı uygulanacaktı. Bütün bu gelişmelere olumlu bakan ve taraftarı az olan SUPKEM’e göre daha fazla müntesipleri bulunan diğer Müslüman kuruluşları Odinga’yı destekledi.

Son seçimin ardından

27 Aralık 2007 günü yapılan seçimlerin öncesinde yapılan anketlere göre Raila Odinga önde görünüyordu. Bunda, ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturan alt tabaka insanlarının desteğini alması çok önemliydi. Özellikle başkent Nairobi’nin fakir gecekondu semtleri, ülkenin batı bölgesinde yaşayan başta kendi kabilesi olan Luolar ve diğer etnik gruplar, ülkenin her tarafında yaşayan ve oranları net olarak bilinmeyen Müslümanların çoğunluğu onun yanında yer aldı. Ukrayna ve Kırgızistan seçimlerinde yaşanan "turuncu ve mor devrimler" gibi Kenya’da da bir "portakal rengi" devrimi yaşanacaktı. Çünkü muhalefetin güçlü iki partisinin adında da "portakal rengi" kelimesi yer alıyordu. Oyların sayımının % 70’i tamamlanınca yapılan ilk resmî sonuçlara göre Odinga, rakibine göre epeyce önde gidiyordu. Herkes artık onun kazandığına inanıyordu. Fakat Kibaki, derhal bunu önemsemedi ve Kenya Seçim Komisyonu’nun açıklamasını esas alacağını bildirdi. Yıllardır kendi tayin ettiği insanların oluşturduğu bu komisyon, Kibaki’nin baskılarına dayanamadı ve 29 Aralık akşamı onun yaklaşık 200 bin fazla oy ile seçimlerin galibi olduğunu ilan etti. Ancak komisyon başkanı bile açıkça kendisine baskı yapıldığını ifade edercesine bu açıklamayı yapmasına rağmen Kibaki’nin seçimleri kazanıp kazanmadığını bilmediğini de söylemeden edemedi. Zira ülke genelindeki 210 seçim bölgesinden bir kısmında seçimlere büyük hile karıştırılmış ve bazıları oyları dahi teslim etmek istememişlerdi. Edenler içinde de büyük hile yapıldığı kendiliğinden anlaşılıyordu. Mesela 1.200 seçmenli bir sandıktan Kibaki’ye 12.000 oy çıkması bunun açık deliliydi. Bütün bunlar Odinga taraftarlarını sokaklara dökmeye yetti.

Karşılarında polisi bulan göstericiler, çok ağır şekilde cezalandırıldı. Olaylar seçim atmosferinden çıkıp ülkenin Kikuyu ve Luo isimli iki etnik grubu arasındaki bir çatışmaya dönüştü. Kikuyulara karşı olan diğer etnik gruplar da Odinga taraftarları arasında yer aldı. Ülkenin batısındaki Kisumu ve Eldoret şehirlerinde yaşayan Kikuyulara karşı şiddet olayları giderek arttı. Eski Devlet Başkanı Daniel Arap Moi’nin kabilesi Kalenjin etnik grubu Kikuyu toplumundan yüzlerce insanın sığındığı bir kiliseyi ateşe verip 35 kişinin diri diri yanmasına sebep oldu. Yaklaşık bir hafta şiddetlenerek devam eden olaylarda en az 360 kişi hunharca öldürüldü. En az 250 bin Kenyalı da yaşadıkları yerleri terk ederek Uganda dahil başka yerlere göç etti.

Muhalefetin gösteri yapmasına müsaade edilmediği Kenya’da, tarafların bir an evvel anlaşması yönündeki uluslararası toplumun baskısı arttı. Eğer Kenya’daki olaylar giderek artar ve Ruanda’da 1994 yılında yaşanan katliam benzeri bir durum ortaya çıkarsa, bunun sonuçları daha vahim olabilirdi. Çünkü oradaki katliam Hutu ve Tutsi isimli iki kabile arasında gerçekleşmişti. Kenya’da ise birbirine rakip 40 civarında büyük kabile vardı ve bunların arasını bulmak çok daha zor olabilirdi. Başta Afrika Birliği olmak üzere Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nin girişimleriyle iktidar ve muhalefet partilerinin katılımıyla geçici bir hükümet kurulmasında anlaşma sağlanması aşamasına gelindi. Kenya’da yaşanacak ani siyasî değişiklik kadar mevcut iktidarın da tek başına söz sahibi olmaya devam etmesi ülkedeki mevcut sıkıntılara çözüm üretilemeyeceğini gösterdi. Özellikle Kenya’da yaşanacak ciddi bir gelişme Afrika’nın Büyük Göller bölgesinde yaşayan yaklaşık 100 milyon civarındaki insanın sosyo-ekonomik hayatını ve güvenliğini doğrudan ilgilendirmektedir. Ayrıca ABD’nin Kenya üzerinden bu bölgede kurmaya çalıştığı etkinliğini sarsacak gelişmelere de sebep olabilir. Kibaki ile mevcut yapının devamını isteyenlerin karşısına Rusya ve Çin gibi ülkelere daha yakın davranacak muhalif lider Odinga şimdilik geri adım atsa bile Kenya’nın bundan böyle siyasî hayatında önemli bir ağırlık unsuru olacaktır. Yaşanan son olaylarla bu ülkenin de diğer Afrika ülkelerinden fazla bir farkı olmadığı anlaşıldı ve 45 yıldır model ülkeler arasında gösterilmesinin gerçeği yansıtmadığı net olarak görüldü.

Kaynak: Zaman Gazetesi / 08 Ocak 2008, Salı

TASAM Ankara Tms., (E) Büyükelçi, Doç. Dr. Ali Engin OBA

TÜRKİYE, ihmal ettiği Afrika Kıtası ile ilişkilerini geliştirme yönünde, bir süreden beri, önemli sayılabilecek gayretler sarf etmektedir. Bu gayretlerin en dikkati çekeni, hiç şüphesiz, 18-21 Ağustos 2008 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen Birinci Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi olmuştur. İlk defa gerçekleştirilen bu zirveye Afrika’nın 53 ülkesinden Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Başbakan, Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı ve diğer Bakanlar düzeyinde önemli bir katılım sağlanmıştır. Zirve sonunda kabul edilen Türkiye-Afrika İşbirliği İstanbul Deklarasyonu ‘Ortak Bir Gelecek İçin İşbirliği ve Dayanışma’ başlığını taşımaktadır. Ayrıca, bu bildirinin uygulanmasına yönelik olarak da ‘Türkiye-Afrika Ortaklığı İçin İşbirliği Çerçevesi’ başlıklı belge de kabul edilmiştir.

Bu belgeler, Türk-Afrika ilişkilerini hızlı bir şekilde geliştirme rayına oturtarak kıta ülkeleri ile Türkiye arasında, hükümetler arası işbirliği, ticaret ve yatırım, tarım, tarım ticareti, kırsal kalkınma, su kaynaklarının yönetimi, KOBİ’ler, sağlık, barış ve güvenlik, altyapı, enerji, ulaşım ve telekomünikasyon, kültür, turizm, eğitim, medya ve enformasyon ve iletişim teknolojisi ile çevre alanlarında işbirliği yapılmasını, öngörmektedir ve bu hususlarda gerçekleştirilecek kapsamlı çalışmaları içermektedir.
Anılan deklarasyona göre, Türkiye-Afrika Zirvesi’nin her beş yılda bir, Türkiye’de ve Afrika’da dönüşümlü olarak düzenlenmesi ve ikinci Türkiye-Afrika Zirvesi’nin 2013 yılında Afrika’da gerçekleşmesi söz konusudur.

STK’lara da iş düşüyor

Bu zirve kapsamında, ayrıca, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) tarafından düzenlenen Türkiye-Afrika İş Forumu da Afrika ile Türkiye arasında iktisadi ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi yönünde kararlar almış ve TOBB ile Afrika Ticaret Sanayi Tarım ve Meslek Odaları Birliği’nin ‘Türkiye-Afrika Odası’nı’ kurması kararlaştırılmıştır.

Bunlardan başka, Afrika ülkelerinin en önemli Sivil Toplum Kuruluşları da 14-16 Ağustos 2008 tarihinde TASAM’ın düzenlediği Türkiye-Afrika Sivil Toplum Kuruluşları Forumunda Türk Sivil Toplum Kuruluşları ile bir araya gelerek, ‘Türkiye-Afrika Sivil Toplum Kuruluşları İstanbul Deklarasyonu’ nu kabul etmişlerdir. Bu Bildiri, Türk-Afrika Sivil Toplum Kuruluşları arasında yapılması öngörülen işbirliği alanlarını tespit etmektedir.

Yukarıdaki zirve ve forumlar sonucu alınan kararlar, Türk-Afrika ilişkilerinin önümüzdeki dönemde her alanda ivme kazanacağını ve Türkiye’nin Afrika’nın güvenilir bir ortağı haline geldiğini göstermektedir. Cumhurbaşkanı Sayın Gül’ün 19 Ağustos akşamı söz konusu zirve vesilesiyle verdiği akşam yemeğinde belirttiği üzere, zirve ve alınan kararlar Türk-Afrika ilişkilerinde yeni bir dönemi başlatmaktadır.

Türkiye bu şekilde, 21. Yüzyılın başında, uluslararası camianın ilgi odağı haline gelmeye başlayan Afrika ile ilişkilerini geliştirme yönünde son derece isabetli bir karar almış, gerçekleştirdiği Zirve ile Afrika ile ilişkilerini en üst düzeye getirmeyi başarmıştır.

Türkiye’nin ciddi bir şekilde Afrika’ya açılması, 1998 yılında, Dışişleri Bakanlığının bir programı çerçevesinde, uygulanmaya koyulmuştur. Bu program, Afrika’da görev yapmış büyükelçilerin etkileriyle, şekillenmiştir.

Türk hükümetlerinin, 18-24 Nisan 1955’te yapılan Bandung Konferansından sonra programlarında Afrika’ya atıfta bulunmayı unutmadıkları ve özellikle sömürgecilikten kurtulma dönemine denk gelen I. İnönü Hükümetinin Programında, Türkiye’nin Afrika’nın sömürgelikten kurtulmasını ve birçok ülkenin bağımsızlığına kavuşarak BM Örgütüne katılmasını memnuniyetle karşıladığını belirten maddeler dikkat çekmektedir.

Türk diplomasisi, Afrika’yı daima yakından izlemeye ve öncelikleri çerçevesinde, bu kıta ile ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır. Türk diplomasisi, Türkiye’nin büyük bir imparatorluğun varisi olarak, zengin devlet geleneğinin icabı ve Osmanlı Afrikası’nın getirdiği tecrübe ile bu kıta ile ilişkilerini geliştirmesini savunmuş, Afrika’yı daha iyi tanımak, sorunlarının çözümüne yardımcı olmak ile bölgesel bir güç olarak bu kıtada daha görülür hale gelmek fikri, Türk Dış Politikası karar vericileri nezdinde destek bulmuştur.

Ayrıca, Afrika ülkelerinin dış politikamızın yürütülmesinde nazara dikkate alınması gerektiği de yetkili makamlarımızca ileri sürülmüştür. Nitekim sayı bakımında irili ufaklı 53 Afrika ülkesinin BM’deki oylamalar sırasında, milli çıkarlarımız açısından önem taşıdıkları açıktır. Bu çerçevede, 2009-2010 BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine adaylığımız, Afrika ülkelerinin BM Genel Kurulu’ndaki oylamada lehimizde tutum takınmalarını sağlamak icap etmektedir.

Afrika yılı’ndan bugüne
Türkiye’nin Afrika ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmek amacıyla yaptığı girişimler, yakın zamana kadar, Afrika’nın birçok yerinde hüküm süren iç savaş ve diğer karışıklıklar ile istikrarsızlıklar nedenleriyle, bir türlü gerçekleşememiştir. Bu durum ve Türkiye’nin uluslararası ilişikilerde birçok ülkeden daha fazla uğraşmak zorunda kaldığı çeşitli sorunların dış politika önceliklerimiz üzerindeki baskısı, Türk-Afrika ilişkilerini uzun süre kendi haline bırakmıştır. Bu durum, yukarıda belirtildiği üzere, 1998’den itibaren değişmeye başlamış ve Kasım 2002’de AKP’nin iktidara gelmesi ve Sayın Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanlığı döneminde, Afrika’ya açılma daha etkin bir şekilde ele alınmış, bu amaçla 2005, Hükümet tarafından ‘Afrika Yılı’ ilan edilmiştir.

Sayın Başbakan Erdoğan’ın Mart 2005 başında Etiyopya ve Güney Afrika’yı, Mart 2006’da Sudan’ı ziyaretleri Afrika’ya olan ilgiyi arttırmıştır.

Ayrıca, uluslararası sistemde etkin bir konuma kavuşan Afrika Birliği ile ilişkiler de geliştirilmeye çalışılmış ve bu çerçevede, Sayın Başbakan, Afrika Birliği’nin 8. Olağan Zirvesinin açılış oturumuna katılarak, 29 Ocak 2007’de burada Türk-Afrika ilişkileri bakımından önemli bir konuşma yapmıştır.

Türkiye, Ocak 2008’de Afrika Birliği’nin stratejik ortaklarından biri olarak ilan edilmiş, Mayıs 2008’den itibaren de, ülkemiz Afrika Kalkınma Bankası’nın bölge dışı 25. üyesi olarak kabul edilmiştir.

Bu şekilde, Türk-Afrika ekonomik ilişkilerinin daha da geliştirilmesi ve Türk müteahhahitleri ile yatırımcılarının Afrika’da etkinlik kazanmaları mümkün olabilecektir. Türk İşbirliği Kalkınma Ajansı (TİKA) da Afrika ülkelerine tarım, eğitim, sağlık ve sulama gibi alanlarda hazırlanan projelere teknik yardım sağlamak amacı ile Addis Ababa (Etiyopya), Hartum (Sudan), Dakar’da (Senegal) ofisler açmıştır. Bu sayının arttırılması söz konusudur.

Türkiye’nin Afrika ile olan ilişkilerine ayrıca, Genelkurmay Başkanlığımızın da katkıları bulunmaktadır. Bu bağlamda Burkina Faso, Etiyopya, Gambiya, Kongo Cumhuriyeti, Mali ve Senegal ile akdedilmiş Askeri Alanda Eğitim Teknik ve Bilimsel İşbirliği Çerçeve Anlaşmaları zikredilebilir. Türkiye-Afrika ekonomik ilişkilerinin olumlu bir gelişme gösterdiğini ve 2006’dan itibaren İstanbul’da her yıl TUSKON tarafından düzenlenen ‘Türkiye-Afrika Dış Ticaret Köprüsü Toplantılarının bu Kıta ile ekonomik ilişkilerimize ivme kazandırdığını, Sahra Altı Ülkeleri ile 2000 yılındaki ticaret hacmimiz 742 milyon dolar iken bu sayının 2007 yılında yaklaşık 6 milyar dolara yükseldiği görülmektedir.

Elçilikler artıyor
Milli Eğitim Bakanlığı da 2007-2008 öğrenim yılı nazarı dikkate alındığında, 360 Afrikalı öğrenciye yüksek öğrenim bursu vermiştir. TASAM tarafından 2005 yılından itibaren İstanbul’da düzenlenen Türk-Afrika kongreleri de Afrika ile ilişkilerimizin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Afrika ülkelerinin birçoğunda faaliyete geçen Türk okullarını da ilişkilerin gelişmesi bakımından zikretmek mümkündür.

Türk-Afrika ilişkilerinin son yıllarda gösterdiği gelişmeler bu kıta ile ihmal edilen münasebetlere canlılık kazandırmayı başarmıştır. Bu bağlamda, Türkiye Cumhuriyeti değişik Afrika ülkelerinde, 2009 sonuna kadar 15 yeni Büyükelçilik açma kararı da almıştır. Böylelikle, Afrika’daki temsil sayısının 12’den 27’ye yükseltilmesi öngörülmektedir.

Türkiye, Çin, Avrupa Birliği, Güney Kore, Japonya, Hindistan ve Latin Amerika’dan sonra gerçekleştirdiği işbirliği zirvesi ile Afrika ilişkilerine ciddi bir boyut kazandırmıştır. Türk devletinin bu girişiminin devamı ve başarılı olması halkımızın da Afrika’ya olan ilgisini arttırmasını, basınımızın, üniversitelerimizin, sivil toplum kuruluşlarımızın bu kıtanın sorunlarını yakından izleyerek birinci elden bilgi üretebilecek seviyeye ulaşmalarını, üniversitelerimizin de Afrika incelemelerine önem vermelerini, gerektirmektedir. Böylelikle, uzun yıllar ihmal ettiğimiz bu kıta ile ilişkilerimizin arzu edilen seviyeye çıkartılmasının mümkün olacağı düşünülmektedir.

Bu yazı 25 Ağustos 2008 Pazartesi günlü STAR Gazetesi’nde yayımlanmıştır.

TASAM Africa Institute will fill a great gap in its field and light the way for Africa's future with its researches on social, economic, political and cultural issues. (Chairman of TASAM Süleyman ŞENSOY)