14-16 Ağustos 2008 Tarihleri arasında İstanbul’da yapılan ve 44 Afrika ülkesinden toplam 92 Sivil Toplum Kuruluşu, Türkiye’den 85 Sivil Toplum Kuruluşu, uluslar arası kuruluşlardan çok sayıda gözlemci ve Afrika’nın önde gelen basın kuruluşlarının temsilcilerin katıldığı “Türk-Afrika Sivil Toplum Kuruluşları Forumu” konusunda “BBC World Service”in, TASAM Başkan Yardımcısı ve Forum Koordinatörü Büyükelçi (E) Murat Bilhan ile 15 Ağustos 2008’de yapılan röportajın çevirisi;

Soru: Türkiye Afrika’da ne yapmak istiyor? Afrika’da ne yapıyor? Afrika Türkiye’yi neden ilgilendiriyor?
Cevap: Türkiye’nin Afrika ile kayda değer siyasi, ekonomik, kültürel, tarihi bağları var. Türkiye, yani selefi Osmanlı Devleti, 1913’e kadar bizzat kendisi bir Afrika ülkesiydi. Afrika’daki son toprağını, Balkan Harbi nedeniyle o tarihte kaybetmişti. Bu bir bakıma duygusal bağları da kapsamaktadır. İngiltere, Fransa, Portekiz gibi kıta dışı ülkeler Afrika’dan çekildikten sonra ne istiyorlarsa, Türkiye de aynen onu istiyor ve arıyor.

Soru: Yani Türkiye Afrika’daki eski sömürgelerine özlem mi duyuyor?
Cevap: Türkiye’nin Afrika’daki tarihi, sömürgeci ülkelerden daha önceki asırlara dayanır ve sömürgecilikle ilgisi yoktur. Yani İngiltere’den daha eski tarihlerde Afrika’da  biz esasen  mevcuttuk.

Soru: Türkiye bugün Afrika’da ne arıyor sorusunun cevabını alamadık?
Cevap: Türkiye’nin Afrika’ya ilgisi stratejiktir ve esasen Afrika Birliği Örgütü Türkiye’yi stratejik ortak olarak ilan etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Afrika’ya ilgisi  daha Cumhuriyetin kuruluşunun üçüncü yılında, doğru bir vizyonla Atatürk tarafından alınan bir karara dayanmaktadır. 1923’de kurulan Türkiye Cumhuriyeti, daha kuruluşunun üçüncü yılında, yani 1926’da, Afrika’daki ilk büyükelçiliğini Etiyopya’da açmıştır (eski adıyla Habeşistan’da). Niçin bu ülkede? Çünkü o tarihte Afrika kıtasının bu ülke hariç tamamı koloniydi ve sadece Etiyopya bağımsızdı. Bu durum İkinci Dünya Savaşı’na kadar ve Milletler Cemiyeti’nde  (o zamanki Cemiyet-i Akvam) Habeşistan’a yönelik Faşist İtalyan saldırıları ile ilgili görüşmeler yapılırken, Türkiye Habeşistan’ın yanında yer almıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir yandan Türkiye’nin Batı Bloku ve NATO ile entegrasyonu, Marshall Planı ve Truman Doktrini çerçevesinde dış  ve iç politikasını Batı politikaları ile entegre etmesi süreci, öte yandan Afrika’daki kolonizasyonun çözülme sürecine girmesi nedeni ile Türkiye Afrika’ya mesafeli bakmak durumunda kalmıştır. Bu politika Türkiye ile Afrika arasında bir boşluk yaratmıştır. Bu durum Soğuk Savaşın bittiği ve küreselleşmenin yoğunlaştığı 1990’ların ikinci yarısından itibaren yeniden değişmeye başladı. Türkiye de tek boyutlu politikadan çok boyutlu politikaya geçme refleksiyle hareket ederek, bu boyutlar arasına Afrika’yı da katmak ihtiyacını hissetti ve bir “Eylem Planı” geliştirerek 1998’de bunun adını “Afrika’ya Açılım Politikası” koydu. Bu politika şu anda meyvelerini vermeye ve hızla gelişmeye  devam ediyor. Türkiye’deki bu Ağustos toplantıları, alınan bu kararların tezahürleridir. Türkiye’nin Afrika’daki, yanılmıyorsam 13 milyar doları bulan ticari ilişkileri ve ekonomik bağlantıları da hızla büyüyor. TİKA’nın (Türkiye’nin dış yardım kuruluşu) ekonomik yardım politikaları da Afrika’ya açılarak Sahra güneyinde üç yerde ofis açmak suretiyle büyümektedir. Sayısını şu anda açıklamak istemediğim yeni büyükelçilikler açılması suretiyle Türkiye’nin Afrika’daki temsil oranı önümüzdeki bir buçuk yıl içinde bir kaç katına çıkacak şekilde büyümektedir.

Soru: Türkiye parmak hesabı yaparak uluslararası platformlarda Afrika’nın oy potansiyelini kullanmak mı istemektedir?
Cevap: Türkiye’nin Afrika’ya açılım politikası yaklaşık on yıl önce başlamıştır. Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi adaylığı ise oldukça yeni bir karardır.Ayrıca İstanbul’un olimpiyat adaylığı için Uluslararası  Olimpiyat Komitesi’nde ihtiyaç duyacağı oylar konusunda da Afrika’ya açılım politikasından  bağımsız bir yol tutulmuştur. EXPO sonucunda Türkiye’nin gayretlerine rağmen başarılı olamadığı oylamada da konuyu Afrika politikasından ayrı tutmak lazımdır. Dolayısıyla bu ilişkileri sebep-sonuç ilişkisi ile izah mümkün değildir.

Soru: Türkiye Müslüman Afrika’yı arkasına destek olarak almak mı istemektedir?
Cevap: Türkiye dış politikasını İslami referanslarla kurgulamaz. Çünkü laik bir devlettir. Ayrıca Müslüman olmayan tüm Afrika ülkeleri de bu toplantılara  davet edilmiştir.

Soru:
Türkiye’nin böyle bir Zirve’yi gerçekleştirirken kendisini büyük devletler safında mı gördüğünü söyleyebiliriz? Yani kendisini Çin, Hindistan, Avrupa Birliği gibi mi görüyor?
Cevap: Ben Hükümet adına konuşma yetkisine sahip değilim. Zirve’yi Hükümet yapıyor. Zirve’nin gerekçeleri ile , bizim  Sivil Toplum Kuruluşları olarak yaptığımız Forum, birbirini tamamlayan, ama birbirinden farklı toplantılardır. Zirve henüz yapılmadı. Ne ölçüde başarılı olur bu noktada bilemiyorum. Ama bizim Sivil Toplum Kuruluşları Forumu son derece başarılı oluyor, hatta şimdiye kadar Afrika Birliği ile zirve gerçekleştiren ülkelerin de bu zirvelerden önce, STK forumlarının hepsinden daha büyük katılım olduğunu Afrikalı misafirlerimiz bize söyledi. Bu toplantının koordinatörü olarak sonuçtan memnunum ve şu anda bir deklarasyon hazırlıyoruz. Bunu da bu akşam yayınlamayı ümit ediyoruz.

BBC:
Teşekkür ederiz Sayın Büyükelçi. Görüşleriniz bizi aydınlattı.
TASAM Afrika Ens. Direktör Y. Ufuk Tepebaş

Afrika Birliği’nin 9. Zirvesi, 1- 3 Temmuz tarihleri arasında Gana’nın başkenti Akra’da gerçekleştirildi. Gana’nın bağımsızlığını kazanmasının 50. yıldönümü olması nedeniyle de söz konusu devletin bu türden bir zirveye ev sahipliği yapması şüphesiz kendisi açısından ayrı bir anlam taşımıştır. Zirvenin ana teması, üye ülkelerin ortak bir hükümetin çatısı altında birleştirilmesi düşüncesi doğrultusunda “Birlik Hükümeti”nin oluşturulmasına yönelik olurken, bu konuda hızla ve kararlılıkla hareket edilmesinin önemi üzerinde duruldu.

Zirve’de “temel ihtiyaçlar ajandası” başlığı altında gıda, su, elektrik, eğitim, sağlık ve güvenlik konularının önemi üzerinde durulurken, söz konusu temel ve öncelikli ihtiyaçların karşılanması için “kıtasal projelerin” geliştirilmesinin önemine atıfta bulunuldu. Yine bu doğrultuda NEPAD’ın (Afrika’nın Kalkınması için Yeni Ortaklık) gözetimi altında, ülkelerin gelir sağlamaları açısından kritik kaynaklar olarak da adlandırılan enerji, su ve ticari tarımın teşvik edilmesinin hayati önem taşıdığı vurgulanırken, bu alandaki projelere yatırım yapılmasının gerekliliği ifade edildi.

Zirve sonunda Orta Doğu bölgesindeki gelişmeler konusunda, Arap Barış Girişimi’ne de yönelik ortak bir bildirge yayınlandı. Bildirgede, İsrail işgali altındaki Filistin ve Arap topraklarının bölgedeki barışın tesis edilmesinin önünde büyük bir engel oluşturduğu belirtildi. Bildirgede ayrıca şu hususlara dikkat çekildi:

—    Arap Barış Girişimi’nin desteklenmesi. 28 Mart 2002 yılında Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta icra edilen 14. Arap Zirvesi’ne ve 29 Mart 2007’de Suudi Arabistan Krallığı’nın başkenti Riyad’ta gerçekleştirilen 19. Arap Zirvesi’ne atıfta bulunularak Filistin Sorunu ile Arap- İsrail çatışmasının barışçı yollarla çözümlenmesi ve buna yönelik girişimlerin desteklenmesi.

—    Arap Barış Girişimi’nin teşvik edilmesine yönelik çabaların arttırılması ve uluslararası desteğin sözde olmasından ziyade uygulamaya yönelik olması.

—    Bölgede adil ve kapsamlı bir barışın sağlanmasının ancak İsrail’in 1967 Arap- İsrail Savaşı’nda işgal ettiği topraklardan[1] geri çekilmesiyle mümkün olabileceği beyan edilmiştir. Başkenti Doğu Kudüs’ün olacağı bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti’nin kurulmasının önemi vurgulanırken, Filistinli mültecilerin sorunlarına, BM Genel Kurulu’nun 1948 yılındaki 194 sayılı kararının da göz önünde bulundurularak adil bir çözüm getirilmesinin gerekliliği üzerinde durulmuştur.

—    BM’nin ve Orta Doğu Dörtlüsü’nün[2] gözetimi altında tüm ilgili uluslararası ve bölgesel kurumların bir araya geleceği uluslararası bir konferansın organize edilmesine yönelik bir öneride bulunulurken, sürecindoğrudan, ciddi ve somut müzakerelerle, mutabık kalınmış belgelere ve dokümanlara uygun olması gerektiği belirtildi.

—    Afrika Komisyonu Başkanı’nın bağlantılarını yoğunlaştırması ve konuyu Arap Devletleri Birliği’nin Genel Sekreteri’yle de koordine etmesi yönünde bir karar alınırken, bölgedeki barış çabalarını teşvik etmeye yönelik stratejilerin belirlenmesi ve bunun gerçekleştirilmesi için uluslararası kamuoyunda destek sağlanmasına yönelik kulis yapılmasının önemine atıfta bulunulmuştur.

Afrika’daki gelişmeleri yakından takip eden AB ve Çin Halk Cumhuriyeti de Zirve’ye ilgi göstermişlerdir. Afrika Birliği Zirvesi’ne AB’yi temsilen Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso ve Komisyon’un İnsani Yardım ve Kalkınmadan Sorumlu Üyesi Louis Michel katıldı. Her iki temsilci de Afrika Birliği’nin üye ülkelerinin liderleriyle bir araya gelerek temaslarda bulundu.

Zirve’de konuşan AB Komisyonu Başkanı Barroso, iki kıta arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinin önemini vurgularken, iki birlik arasındaki siyasal ilişkilerin, iklim değişikliği, enerji, kalkınma ve AB ile Afrika toplumu arasında her alanda iyi ilişkilerin tesisi için geniş bir ağ oluşturulması gibi yeni konulara odaklanacağını belirtti.

AB Komisyonu’nun İnsani Yardım ve Kalkınmadan Sorumlu Üyesi Louis Michel ise yaptığı açıklamada, Afrika ile AB arasındaki ikili ilişkilerin ve Afrika’ya yardım konularının ele alındığını ifade etti. Ayrıca, AB’nin Portekiz’in dönem başkanlığında ve ev sahipliğinde Afrika ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmek amacıyla 8–9 Aralık 2007 tarihlerinde, 2. Avrupa Birliği- Afrika Zirvesi’ni gerçekleştireceğini de hatırlamak gerekir.[3]

Öte yandan Afrika kıtasına yönelik aktif politika izleyen devletlerin başında gelen Çin Halk Cumhuriyeti’nin Başbakanı Wen Jiabao ise Zirve’ye gönderdiği kutlama mesajında Afrika Birliği’nin, Afrika kıtasındaki barış ve istikrarın korunması, bütünleşme sürecinin ilerletilmesi ve bölge ülkelerinin dış politikaları arasında eşgüdüm sağlanması hususlarında önemli bir rol oynadığına dikkat çekerken, Afrika Birliği’nin barış ve kalkınma alanında kaydettiği başarılardan memnuniyet duyduklarını, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Afrika kıtası ile geleneksel dostluğunu sürdürerek, işbirliğini daha da yoğunlaştıracağını ve yeni stratejik ortaklık ilişkilerini daha da derinleştireceklerini ifade etti.[4]

Dipnotlar:
[1] “Altı Gün Savaşı” olarak da nitelendirilen savaş sonrası İsrail, topraklarını yaklaşık dört kat genişleterek Gazze’yi, Sina Yarımadası’nın tamamını, Batı Şeria’yı, Doğu Kudüs’ü ve Golan Tepeleri’ni ele geçirmiştir.
[2]ABD, AB, Rusya ve BM.
[3] 1. Avrupa Birliği- Afrika Zirvesi, 2000 yılında Mısır’ın başkenti Kahire’de gerçekleştirilmiştir.
[4] Çin- Afrika Zirvesi, 3-5 Kasım tarihleri 2006 tarihlerinde Pekin’de gerçekleştirilmiş ve zirve sonunda yayınlanan bildirgede Çin ile Afrika arasında yeni bir stratejik ortaklık ilişkisinin kurulup geliştirileceği kaydedilmiştir.

TASAM Başkanı Süleyman ŞENSOY ve TASAM Afrika Enstitüsü Direktörü Doç. Dr. Ahmet KAVAS, 9-14 Ağustos tarihleri arasında Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da bir dizi temaslarda bulundu.

4-6 Aralık 2007  tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenecek ve ana temasını “Afrika Birliği”nin oluşturduğu “III. Türk-Afrika Kongresi”nin hazırlık çalışmaları kapsamında gerçekleşen ziyaret sırasında, Afrika Birliği Komisyon Başkanı Prof. Dr. Alpha Omar KONARE, TASAM Heyeti’ni kabul ederek 2005’ten bu yana TASAM’ın Afrika konusundaki faaliyetlerinden duyduğu memnuniyeti ifade etti. Kabul sırasında, “III. Türk-Afrika Kongresi” ve yine TASAM tarafından 2008 yılında İstanbul’da Afrikalı düşünce ve sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla icra edilmesi düşünülen uluslararası toplantının ana çerçevesi değerlendirildi.

Türkiye Cumhuriyeti Addis Ababa Büyükelçiliği yetkililerin de TASAM Heyeti’ne eşlik ettiği bir dizi toplantı da ise yukarda bahsi geçen  faaliyetlerin olgunlaştırılması için yararlı temaslarda bulunuldu.

Temaslar sırasında, bir araya gelen “Etiyopya Uluslararası Barış ve Kalkınma Enstitüsü” (EIIPD) Başkanı Prof. Kinfe ABRAHAM ve TASAM Başkanı Süleyman ŞENSOY, Türk ve Etiyopya halkları arasındaki karşılıklı anlayış ve dostluk bağını geliştirme niyeti ve kurumsal dostluk ilişkilerini teşvik etmek üzere, “İşbirliği Mutabakat Belgesi”ne imza koydular.

“Afrika Ülkeleri- Türkiye Diplomatik Temsilcileri Stratejik Ortak Vizyon Geliştirme Projesi” kapsamında iki ayda bir icra edilen periyodik toplantıların dördüncüsü olan “Afrika Ülkeleri- Türkiye Ekonomik İlişkileri” başlıklı Çalıştay, 31 Ekim Çarşamba akşamı Ankara Limak Ambassadore Butik Otel’de icra edildi.
Toplantıda sırasıyla T. C. Dışişleri Bakanlığı Afrika ve Doğu Asya İkili Siyasi İşler Genel Müdürü Büyükelçi Süha Umar, T. C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı Afrika Ülkeleri ve Bölgesel Kuruluşlar Dairesi Başkanı Attila Gökhan Kızılarslan ve İTO Yönetim Kurulu Üyesi Abdullah Çınar konuya ilişkin birer sunum gerçekleştirdiler.
Büyükelçi Süha Umar, konuşmasının ilk bölümünde Afrika’nın genel yapısına ve tarih boyunca yaşamış olduğu sıkıntıların günümüze yansımalarına değinirken, köle ticaretinin Afrika uluslarına büyük zarar verdiğini, savaşların ve kabile savaşları olgusunun altında da köle ticaretinin yatmakta olduğunu ifade etti. Bölge dışı güçlerin, Afrika uluslarının zayıflıklarından faydalanmalarının, kıtadaki kaynakların sömürülmesine neden olduğunun altını çizen Büyükelçi, bölge ülkelerinin kendi kaynaklarını kullanamamalarının yıllar boyunca önemli bir sorun teşkil ettiğini belirtti. Buna karşın, yakın geçmişte kıtada yaşanan olumlu gelişmelerin gözden kaçırılmaması gerektiğini, artan bilinçle birlikte kıta ülkelerinin Afrika Birliği Örgütü’nün etrafında birleştiklerini, demokrasi, ekonomik ve siyasi yönde başarılı adımlar atıldığını ifade eden Büyükelçi Umar, Türkiye’nin de 2005 yılında söz konusu örgüte gözlemci üye sıfatıyla katıldığını hatırlattı.
Afrika üzerinde artan uluslararası rekabetin kıta ülkeleri açısından avantajlı ve dezavantajlı olmak üzere iki tür sonuç doğuracağını belirten Büyükelçi Umar, Afrika ülkelerinin bu rekabet ortamından gerektiği şekilde istifade etmeleri durumunda olumlu kazanımlar elde edeceklerini, aksi takdirde yeni sıkıntıların ortaya çıkmasının kaçınılmaz olacağını söyledi.
Büyükelçi Umar, Türkiye’nin Afrika’ya olan ilgisinin tarih boyunca olumlu yönde olduğunu, ilişkilerin karşılıklı çıkar, saygı ve işbirliği temeline dayalı ilişkiler olarak değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Konuşmasının son bölümünde geçici adımlardan ziyade, Afrika’yla işbirliği içerisinde kalkınmaya ve sorunların çözümüne katkıda bulunmayı amaçladıklarına değinen Sayın Umar, TİKA’nın bu ilişkilerdeki rolünün önemli olduğunu belirtti.
Toplantıda ikinci sunumu gerçekleştiren DTM Afrika Ülkeleri ve Bölgesel Kuruluşlar Dairesi Başkanı Attila Gökhan Kızılarslan, dünyadaki iktisadi liderlik mücadelesinin savaş ve refah çevrelerini ortaya çıkardığını belirterek, iktisadi güç ve liderliğin, doğudan batıya doğru ilerleyen bir hareket olduğunu, bunun da tarihe bakıldığında açıkça görülebileceğini, Çin, Pers ve Osmanlı İmparatorlukları’nın sahip oldukları iktisadi güç ve liderliğin, Rönesans’tan itibaren Avrupa’da, 1. Dünya Savaşı sonrası ABD’de ve günümüzde ise Asya- Pasifik arasında olduğunu ifade etti.
Afrika kıtasındaki ekonomik taleplerin ötelenmesinin ve kıtanın çeşitli olanaklardan mahrum bırakılmasının altında beşeri sermaye eksikliğinin ve dış güçlerin etkisinin yattığının altını çizen Kızılarslan, kıtada son dönemde siyasi istikrar arayışlarının, ticaretin geliştirilmesine yönelik politikaların arttığını, uluslararası kuruluşların ve bölge dışı ülkelerin donör olma faaliyetlerininse kalkınma yardımları aracılığıyla kısa vadede etkin olduğunu ancak orta vadede bu durumun, Afrika ekonomisini tembelleştirme tehdidine neden olacağını ifade etti.


Kızılarslan, ülkenin azalan rekabetçi gücünün Afrika’da yeniden artmaya başladığını belirterek, kıtaya teknoloji transferinin amaçlarından biri olduğunu, bu konudaki tecrübelerin Afrika’ya aktarılmasının mümkün olduğunu söyledi. Aradaki yasal altyapının oluşturulmasının önemine de değinen Kızılarslan, Afrika ülkeleriyle Çifte Vergilendirmenin Önlenmesine ve Yatırımların Karşılıklı Teşvik Edilmesine yönelik anlaşmalar yaptıklarını TİKA’nın da dış teknik yardımlar konusunda önemli bir enstrüman olduğunu, Afrika ülkelerini DTÖ’ ye tam üyeliklerinin desteklenmesinin önem arz ettiğini, buna karşın Afrika’daki müşavirlik firmalarının da desteklenmesi gerektiğini kaydetti.
2003 yılında kıtayla 5,5 milyar dolar olan ticaret hacminin 2006 yılında 11,9 milyar dolar olduğunu, 2007 sonunda bu rakamın 15,6 milyar dolar olmasını beklediklerini, 2013 yılında ise 30 milyar doların üzerine çıkılması hedefinin olduğunu belirten Kızılarslan, yakın zamana kadar bölgeye yatırımı sıfır olan Türkiye’nin 2006 yılı sonu itibariyle Sahra altı Afrika bölgesinde 500 milyon dolarlık bir yatırıma ulaştığını, bu rakamın 2013 yılında 7 veya 8 milyar dolar düzeyine ulaşmasının hedeflendiğini belirtti. Konuşmasının sonunda Dışişleri Bakanlığı, DTM ve TİKA arasında çok iyi bir koordinasyonun bulunduğunu ifade eden Sayın Kızılarslan, TUSKON’la birlikte gerçekleştirdikleri Dış Ticaret Köprüsü toplantılarının ithalata ve ihracata olumlu katkılar sağladığını belirterek sözlerini noktaladı.
Toplantıdaki üçüncü ve son sunumu gerçekleştiren İTO Yönetim Kurulu Üyesi Abdullah Çınar, Afrika’daki yeni pazar ve iş imkânlarının önemine değinirken, Afrika ülkeleriyle artan dış ticaret trafiğinin son derece memnuniyet verici olduğunu kaydetti.
Dış ticarette Sahra altı Afrika’nın önemine atıfta bulunan Çınar, Senegal, Mali, Fildişi Sahili ve Gana örneklerinde bunun faydalı yansımalarının göründüğünü belirterek, bu ülkelerin gerek bulundukları konum gerekse ekonomik potansiyelleri bakımından ihmal edilmemeleri gerektiğini ifade etti. İnşaat alanının da bölge açısından önemli bir fırsat olduğunu, buralarda yatırım yapmak isteyen firmalara önemli teşvikler sağlandığını hatırlatan Çınar, söz konusu ülkelerde düzenlenen fuarların da ticari ilişkilerin gelişimi açısından büyük önem arz ettiğine atıfta bulundu.
Afrika’yla stratejik ortaklığın önemli olduğunu belirten Çınar, Türkiye’nin sömürgeci bir anlayışa sahip olmasının kendisine önemli bir ayrıcalık ve avantaj sağladığını kaydetti.
Sunumların ardından söz alan konuklar konuya ilişkin görüş ve önerilerini dile getirirlerken, toplantının son bölümünde 4–6 Aralık 2007 tarihlerinde TASAM Afrika Enstitüsü tarafından düzenlenecek 3. Türk- Afrika Kongresi’nin hazırlıklarında gelinen son nokta TASAM Başkanı Süleyman ŞENSOY tarafından değerlendirilirken, Afrika Diplomatik Grubu üyesi ülkelerin temsilcilikleri de karşılıklı işbirliğinin artması yönündeki temennilerini ifade ettiler. 

TASAM Africa Institute will fill a great gap in its field and light the way for Africa's future with its researches on social, economic, political and cultural issues. (Chairman of TASAM Süleyman ŞENSOY)